Merhaba,
Bireysel kötülüğün ötesine geçip artık toplumsal dehşetin temellerini kazmanın vakti geldi. Bu ve önümüzdeki yazılarda şu sorulara cevap arayacağız; Savaşla başlayıp, sistematik katliama, bilindik ismiyle holokosta nasıl gidildi?
Olmayan düşmanlar var edip bunu kullanarak toplumun önemli bir kısmı nasıl katledildi?
Kültür devrimi ve ölüm tarlaları cinnetine ne zaman geldik?
Ütopyalar, bizim milyonları öldürmemizi, daha da fazlasına eziyet etmemizi, bitmek bilmez acılar çektirmemizi nasıl sağladı?
Eşitliği, birliği, kardeşliği esas alan bu inançlardan korkunç distopyalar nasıl doğdu?
Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kötülükleri ile yüzleşiyoruz. Şeytan bile bu katliamlarda ölüp gitmiş olabilir.
Ütopyalar, mevcut aristokrasi ve monarşik düzene karşı bir başkaldırıdır. Onlar mevcut devlet düzeni nezdinde anarşist birer eylem olarak görülür. Bu isyanlar, mevcut otoriter rejimin tasfiyesine bağlı eşitlik ve özgürlük talep eder. Bu tip devrimlerin ilki bizzat Lucifer'a aittir. Bunu Kötülüğün Tarihi-19 (Kayıp Cennet-1) yazısında görmüştük. Haklı sebeplerle hareket geçer, ama hem kendisi, hem erkanı, hem de hedef aldığı insanlık için büyük bir yıkım getirir. Ardılları, daha yumuşak bir geçişi isterler. Platon'dan başlayıp Thomas More'la zirveyi gören ve 19 yy sonlarına kadar devam eden ütopya edebiyatını, Savrulmuş Mitler yazı dizimizde göreceğiz. O yüzden bu dosyamızda onlara ara ara kısaca değineceğiz; biz burada daha çok bu ütopyaları totaliter birer devlete çeviren liderlere ve onların bitmek bilmez gecesine odaklanacağız.
Bu distopyaların yaratıcıları tiranlardır. Ama her tiran da bir distopya yaratmaz. Waller R. Newel, Tiranlar adlı kitabında onları üçe böler;
1) Bilindik Tiranlar: Bunlar bildiğimiz otoriter liderlerdir. Genel bir değişim, reform veya benzeri bir atılım gütmezler. Sadece mevcut düzeni korurken, kendilerini ve kapalı çemberlerine girmiş küçük bir kesimin menfaatini koruyacak şekilde iktidarlarını sürdürürler. Dertleri itibar ve servettir. Belli başlı kanun, örf ve adetlere sadakat gösterirler. Fakat, yönettikleri topluma pek bir katkıları olmaz; onları yıllar boyu olduğu yerde tutarlar. Bu prototipin en meşhur örnekleri İmparator Nero, General Franco ve Başkan Mübarek'tir.
2) Reformcu Tiranlar: Otoritelerinin gücüyle ülkelerinde ciddi yapısal reformlara girişirler. Dertleri toplumu ve halkı geliştirmektir. Bunun için kanunları hiçe sayıp, bildikleri gibi hareket edebilirler. İyi niyet çerçevesinde yapılan bu dönüşümün başarıya ulaştığı da görüşmüştür ama kişilere aşırı bağımlılığı yüzünden ciddi risk taşırlar. Tarihte bilinenleri Büyük İskender, Sezar, Napolyon ve Atatürk'dür. Bu son yazdığım isim Newel tarafından verilmiştir. Açıklamaları, sınıflandırması ve tarihi gerçekleri gözeterek yapılan bu öneri düşündürücüdür. Sizin de üstünde düşünmeniz için buraya bırakıyorum.
3) Binyılcı Tiranlar: Bizim asıl derdimiz bu tanıma girenlerledir. İlk defa Hitler'in dile getirdiği bir kavramı kendisine baz alır. “Bin yıllık Nazi İmparatorluğu” toplumsal bir dönüşümle, bambaşka bir düzlemde, ari ırkın yeni dünya düzeni ile kendine yer edindiği bir ütopyadır. Bu tip ülkülerin uğrunda yola çıkan binyılcı tiranlar kendi toplumlarında katıksız ve keskin bir eşitlik ve adaleti hedeflerler. Ve (ne yazık ki) bu dönüşüm esnasında ciddi maliyetlerin ödenmesi gerekir. Ütopyaya bağlı bu soykırım ya da katliam mertebesindeki yıkımlar, düşlenen yeni düzenin enerji alacağı kazan için ateşi yakar. Toplama kampları, çalışma kampları, her evde kurulan demir ocakları, ölüm tarlaları; hepsi yeni bir toplumu inşa edebilmek için gereken ataleti sağlayacaktır. Binyılcı tiranlara örneklerimiz Robespierre ile başlar. Onu Lenin, Stalin, Hitler, Mao ve Pol Pot izler. Diğer iki tip tiranlıktan farklı olarak bunlar sadece modern dönemin liderleridir, tarihte pek örnekleri yoktur.
Binyılcı tiranların modern dönemde çıkışı önemli bir ayrıntıdır. Aslında bugüne kadar izini takip ettiğimiz dinsel tarihin bir sonucudur. Kötülüğün Tarihi-21 (Romantik Şeytan-1) yazısında belirttiğimiz aşkın şeytanı ortadan kaldıran keşifler ve buluşlar, bu Dünyada olmasa bile diğer bir alemdeki sınırsız eşitlik, mutluluk ve haz vaatlerini de zayıflatmıştı. 14 yy.'dan itibaren Avrupa'yı kasıp kavuran salgınlar; Kutsal Kitaplarda yazan bazı önemli tarihi olayların gerçekte olmadığının ortaya çıkması; bilimsel keşiflerin getirdiği refah sayesinde inancın kollektif yapısının kırılıp (olması gerektiği gibi) bireyselleşmesi önemli bir boşluk yaratmıştı.
Sami dinlerin vaat ettiği bu kozmik birliğin kırılmasıyla, toplumun yeni bir "bir" etrafında toplanması gerekiyordu, çünkü yaşamın anlamı kayboluyordu. Aksi takdirde hiçlikten doğmuş bir evrenin içinde yine hiçliğe gidecek bireylerden ibarettik ve yaşamımızı dolduran haksızlık, gasp, acı ve ıstırap bedeli ödenmeden kaybolup gidiyordu. İşte bu noktada eski bazı fikirler tekrar bizde vuku buldu. Kadim astroloji bunların başındaydı. Zaman içinde evrilip, devrilip kuantum mekaniği ve termodinamiğe bile bulaştı. Bunları Savrulmuş Mitler'de daha detaylı inceleyeceğiz. Diğer tarafta ise Platon'la ilk prototipi üretilen ütopyalar vardı. Bunlar, mevcut toplumsal düzeni tasfiye eden ve yepyeni bir oluşuma giden, bu Dünyadaki yaşamın fiilen içindeki cennetlerdi. Birdik, eşittik ve mutluyduk.
Başka bir Dünyadaki cennetle ilgili vaatlerin popülerliğini kaybetmesiyle beraber, 19 yy'da bu boşluğu bireysel yaşam için astroloji, toplumsal yaşamda ütopyalar doldurmuştu. Astrolojiyi bir kenara bırakabiliriz, o can almıyor. Ama ütopyaları baz alan devrimler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Fakat, bu fikirler daha test edilmemiş, sonuçları görülmemişti. 19 yy için, o güne kadar yaşanmış tek ciddi örneği Fransız Devriminin ardından birkaç yıllığına Robespierre'in liderliğindeki yeni düzendi. Belki Paris Komünü de sayılabilir ama bu yönetimden çok kısa süreli bir şehir isyanı ve işgalden ibaretti. Daha Sovyetler, Naziler ve Çin'le Kamboçya'daki komünist düzen kurulmamış, ütopyaların neye dönüşebileceği görülmemişti. Fakat, önemli bir uyarı yapılmıştı, çoğunluğun es geçtiği; Sergey Neçayev, 1861 yılında Devrimcinin Anahtar Kitabı adlı bildirisinde bu devrimin nasıl yapılması gerektiğini detaylı olarak anlatmıştı.
Neçayev, bir devrimcinin kendi kimliğini unutmasını, aile, dost ve sevgi nedir bilmez, tamamen devrime kitlenmiş birisi olması gerektiğini savunuyordu. Bu ruhsuz, empati yoksunu, merhametsiz varlık (tanıdık gelmiştir) sadece ve sadece mevcut toplumsal düzeni yıkmaya kitlenmeliydi. Onu korkunç ve acımasız bir şekilde yıkmalı, onun baş oyuncularının hepsini öldürülmeli, ajanları tespit edilmeli ve bunun için her yol kullanılmalıydı. Gizli birer hücre olarak hareket edecek devrimciler, iki yüzlü davranmalı, amaçlarını saklayıp toplumun içinde ellerini olabildiğince uzatmalı ve sistemi ayakta tutan önemli insanların zaaflarını bulmalıydı. Her türlü hile, hurda, tehdit, şantaj için yol açıktı. Ütopya kurulurken, insan en dibe kadar batabilirdi; bunlar onun kutsal amacının yanında etkisiz kalacaktı.
Kişisel görüşüm; Neçayev tarihimizin en dürüst insanların birisidir. Bütün açıklığıyla darbenin gizlice hazırlanacak ana planını anlatmıştır. Son iki yüzyılın bütün radikal devrimlerini, daha yumuşak rejim değişikliklerini ve denemelerini izlersek benzer yolları görürüz. Defalarca bu planın oyununa düşen insanlığın bundan ders al(a)maması da ayrıca düşündürücüdür.
Tiranların fikirleri edebiyatçılardan, filozoflardan ve siyasi düşünürlerden gelir. Platon, Jean Jacques Rousseau, Karl Marx, Thomas More ve diğer birçok aydın, her ne kadar verdikleri fikirlerin neye dönüşeceğini öngöremese de, onları beslemişti. Burada bizi daha çok ilgilendiren bu düşünürlerin kurguladığı yapının mantıksal tarafından çok, ona ulaşmak için yola çıkan binyılcı tiranların yarattığı dehşettir. Devrimci lider ve takipçileri modern toplumu hor görür, zayıf ve rahat bulur. Çeşitlilik, sevgiyle sarmalanan aile, dostluk ve diğer sosyal gereksinimler anlamsızdır, yok edilmelidir. Özellikle sol ütopyaların mülkiyete karşı nefreti, başta aile olmak üzere ona bağlı bütün kurumları yıkmak ister. Bunun sonucu tam bir felakettir; çok çarpıcı bir örneğini Çocuk Eğitimine Katkı-2 (Bebeklerde Zihin Gelişimi) adlı yazımızda, Çavuşesku dönemi Romanya'sında bebeklerin ailelerinden koparalıp nasıl bir boşluğun içinde sevgisiz, ilgisiz büyütüldükleri ve sonuçlarında görmüştük.
Kapitalist ve monarşik rejimlerin yıkılması ikna ve demokrasiyle olmaz; çok ciddi seviyede kan dökülmesi gerekir. Bunun için de, ütopyasına inanmış insanların keskin bir adalet güdüsüyle hareket etmesi gerekecektir. Yıkmaya çalıştığı rejimin baş tacı ettiği (ki buna sadece kendisi inanır) bir ana sütunu vardır. Herşeyden önce bu sütun devrilmelidir; böylece devrimin önü (kesin) açılacaktır. Fakat, bu (sadece devrimcinin bildiği) düşman kendisini belli etmez, hatta bu yeni gelenlere karşı bir tepki bile göstermez. O Naziler için yahudidir, Sovyetlerde kulaktır, hatta daha da beteri Kızıl Kmerler için okumuş insanın ta kendisidir. Bu insanlara karşı en ufak bir merhamet gösterilemez, çünkü onlar sahte bir vücuda bürünmüş metafiziksel varlıklardır. Bu düşmanların bütün dertleri tasaları, mevcut düzeni koruyup devrimi yapmaya çalışanları sömürmektir. Bunu yaptıklarına dair tek bir belge, kanıt ya da şahit olmamasına rağmen; olsun, onlar vardır ve yok edilmelidir.
Gelecek bölümde totaliter sağ ütopyalara bakacağız.
Saygılar
Comments