Merhaba,
Yazı dizimizde, şu ana kadar kötülüğün kaynağını aşkın varlıklarda aramış ve onların yolundan giden insanları ölüm sonrası nasıl ceza ve eziyetlerin beklediğini görmüştük. Fakat, birçok cehennem gezisine rağmen; kötülük dünyada gezmeye devam ediyor, çile, ıstırap bitmiyordu. Problemi eskatoloji ile çözemeyeceğini gören dini otoriteler, suçun tespiti, hükmün verilmesi ve infazını dünyaya çekmiş, çığır açan bir kolektif cinnetin yolunu açmışlardı; Yeni Çağ Avrupasında cadı avı. Bu yazıda, cadı avının kökenini, nasıl başladığını ve yürütüldüğünü, sonuçlarını konuşacağız. Haydi, herkes şehir meydanına; tarihin en büyük kabuslarından birini alev alev izleyeceğiz.
Önce, Ortaçağ Avrupası'nda tanımı netleşen cadının özelliklerine bakalım;
1) Büyücülükte ustadır. Özellikle lanet gibi pasif büyülerde iyidir. Bölgedeki kuraklık, hastalık, salgın, kısırlık onlar yüzünden gerçekleşir.
2) Cadılar, büyü güçlerini şeytan veya iblislerden (demon) alırlar. Bu gücün maliyeti, şeytan ve iblislerle bir anlaşmadır; cinsel ilişkidir.
3) Cadılar olağan yönetim ve gözden geçirme toplantısını, Cadılar Şabatında yapar. Türlü fanteziyle doludur.
4) Büyülerin kurulması için bazı alet, edevata ihtiyaç vardır. Çoğu büyüde insan sıvıları, saçı, bebeği ve hayvan uzuvları gerekir.
5) Cadılar genellikle ormanın derinliklerinde, izbe kulübelerinde yaşarlar. Kazanlarında iksir kaynatır, süpürgelerine biner gezer, kara kedileriyle oynarlar. Uzaktalar diye rahat etmeyelim; bazı cadılar şehirlerde yaşar. Yan evdeki komşunuz da bir cadı olabilir; gözümüzün dibindedirler ama kendilerini çok iyi gizlerler.
6) Çoğu yaşlı, çirkin teyzelerdir. Ama aralarında çok güzel hanımlar ve genç kızlar da vardır. Hatta (göreceğiz) iki yaşında bile cadı vardır.
7) Her ne kadar erkeklerde cadı olabilse de, kadınlar odaktadır. Çünkü kadınlar zayıf bir doğaya sahiptir. Havva'dan bu yana şeytan onları kolayca kandırabilmiştir. Ayrıca kadınların ciddi cinsel açlığı (!!!) vardır. Bu yüzden şeytan ve güruhuyla bol bol ilişkiye girerler.
Cadılar güçlerini şeytan ve demonlardan alıyordu. Demonlarla Kötülüğün Tarihi - 13 (Sami Dinlerde Şeytan) yazısında tanışmıştık. Demonların tanrılardan ayrılıp farklı bir şekilde ele alınmasını tarihte ilk defa Yeni Platonculuğun temsilcisi Plotinos önermişti. Onlar hava veya ateşten oluşan (cin gibi) yaratıklardı. İnsanlarla iletişime geçebiliyorlardı. Plotinos'un öğrencisi Porphyrios biraz daha ileri gidip (daha doğrusu coşup) demonların insanlarla cinsel ilişkiye girip, üreyebileceğini iddia etmişti; her ne kadar o güne kadar örneği görülmemiş olsa bile. Böylece demonlarla insanların cinsel ilişkiye girme fantezisi (incubus ve succubus olarak bilinir) sahneye çıktı. Özellikle Ortaçağ düşünürlerinin pek tuttuğu bu fikir, korkunç sonuçlara gebeydi.
Diğer bir önemli unsur büyü yapma güçleriydi; fakat bu büyüler ateşten bir top fırlatma, rakibe yıldırım düşürme gibi aktif büyüler değildi. Lanet yağdırma gibi daha çok pasif, etkisini sonradan gösteren zehirli işlerdi. Bu büyülerin çalışması için öncelikle insana ait parçalar veya sıvılar kullanılırdı. Saç, kan, sperm, tırnak gibi şeyler gözdeydi. Detaylı büyü reçeteleri arasından insanın hayal gücünü zorlayan bazı örnekler vermek istiyorum.
· Bir erkeği kendine bağlamak isteyen kadın, bir balığı alıp vajinasına sokup öldürür. Daha sonra bu balığı pişirip adama yedirir.
· Aynı kadın, çıplak kaba etleriyle hamur yoğurur. Hamurdan ekmek yapıp pişirir, adama yedirir.
· Yetmez. Bu kadın daha da coşar; çıplak vücuduna bal sürüp buğday taneleri döktüğü yerde döner. Vücuduna yapışan buğdaydan mis gibi bir ekmek yapıp, zavallı adama yedirir.
Cadıların Şabatı üzerinde çok tartışılmış bir efsanedir. Bu tasarımın kökeni iki yere dayanır. Birincisi, Kötülüğün Tarihi - 9 (Gizem Tapıları) yazısında üzerinden geçtiğimiz Bakkhos ayinleri ve Dionysos Kültünün, Sami dinlerindeki imha sürecinde savrulup aldığı şekildir. Diğeri ise, Ortaçağ insanının doğanın karanlık yüzüne karşı duyduğu korkunun bir idealidir. Cadılar, süpürgelerine binip ormanın derinliklerine uçar. Orada keçi boynuzlu, sakallı ve toynaklı demonlarla buluşur. Yanlarında getirdikleri çalıntı bebekleri yer, tarifsiz seks orjilerine girer, türlü kötülük için planlar yapar; kendilerinden geçip doğanın karanlık yüzüyle bir olur, dans eder, eder, ederler...
Genel kabul edilen yapısı aşağı yukarı bu şekilde olan cadı şabatlarını görmüş tek bir kişi bile yoktur. Ama var olduğuna dair fantezileri bir çok sanatçı edebiyata ve resime dökmüş, bu eserlere çok önem verilmiştir. Ayrıca, bu konuda mevzuatı hazırlayanlar da Katolik ve Protestan din adamlarıdır. Ağır işkence altında konuşturdukları kişilerden elde ettikleri bilgiye, kendi hayal dünyalarını dolduran türlü fanteziyi ekleyip, böyle bir tasarıma gitmişlerdir.
Kilise babası Aziz Augustinus bu cinnetin ilk tohumlarını atmıştı. Demonlarla cinsel ilişkiye bağlı güç aktarımı, büyüsel güç ve diğerleri hakkında yazan ilk din adamıydı. Antik Yunan düşünürlerinden esinlenerek, demonların içi hava dolu olduğunu; onların aslında düşmüş melekler olduğunu ve inananlara ıstırap olmak için aramızda dolaştığını dile getirmişti. Ortaçağda hedef somutlaştı; bu demonlar bahsettiğimiz gibi insanlara bazı güçleri bahşediyor ve tanrı yolundakilere eziyet etmelerini sağlıyorlardı. Bu amaçla insan ırkının (bilin bakalım) zayıf cinsine yöneliyorlardı; kadınlar hem cinselliği çok sevdiği için, hem de zayıf varlıklar olduğu için bu iş daha kolaydı. Bu yaklaşımı yüzyıllar sonra, yazarı net bilinmeyen bir kitap, Canon Episcopi izledi. Cadıların kim olduğu, ne yaptığı, nelere kadir oldukları bu kitapta netleştirildi, sınıflandırıldı. Ortaçağın sonuna kadar Hristiyan düşünürlerin cadılık hakkında başvuru eseri olarak kabul edildi. Fakat, asıl kılavuz bunların çok ötesinde bir eserdi; Malleus Malificarum (Cadı Çekici).
Carl Sagan'a göre Dünya düşünce tarihinde yazılmış en korkunç ve kötü kitap olan bu deli saçmasını Katolik din adamı Heinrich Kramer ve James Sprenger kaleme almıştı. Kitap üç ana bölümden oluşuyordu;
1) Cadılığın doğasına eşlik eden üç unsurun irdelenmesi; şeytan, cadı ve yüce tanrının izni
2) Büyücülükten kaynaklı yöntemlerin değerlendirilmesi ve kutlu bir şekilde bertaraf edilmesi
3) Cadılar ve tüm sapkınlara karşı yürütülen kilise ve hukuk mahkemelerinin işleyişi
Görüleceği gibi olay gayet teknik bir şekilde ele alıp; suçun tanımı, arkasındaki kozmik eller, tetikçinin tespiti, saldırılarının nasıl püskürtüleceği ve en önemlisi hangi kurumların işi hukuksal boyutta ele alacağı yazılmış. 18 yy'ın sonuna kadar neredeyse bütün mahkeme yargıçlarının başvuru kitabı olan Cadı Çekici, süreci derinlemesine ele alır. Cadının kim olduğunu, neler yaptığını bir bir anlatır. Her bir bölüm bir sonrakine, öncekine göndermeler yaparak suyu bulandırır, kanıt nerede diye soracak hal bırakmaz. Fakat, inada bindirip dikkatli bir şekilde okursanız bütün yazılan çizilenin aslında ellerindeki iki temel kanıta bağlandığını görürsünüz; görgü tanıklarının beyanı ve işkence altında itiraflar. Ha, bir de Heinrich Kramer, yazının bir yerinde dayanamayıp; "ben söylüyorum, ben bir engizitör olarak", der. Görünen, o dönemin aydın kesimi ve otoritesi bu yaklaşıma ikna olmuş, cinneti meşrulaştırmıştı.
Peki neden böyle bir şeye ihtiyacımız vardı? Konuyla ilgili türlü spekülasyon arasından beğendiğim bir demetini sunmak istiyorum. Öncelikle, Ortaçağda iktidarını sağlama alan kilisenin, dinsel inanç ve düşüncelerdeki çeşitliliği ortadan kaldırma çabasını görüyoruz. Zamanında kendisine yapılanı, o yükselmeye (veya hasbel kadar yaşamaya) çalışan düşüncelere uyguluyordu. Bir sonraki yazıda teknik detayına gireceğimiz engizisyon mahkemeleri bunun bir sonucuydu. Öncelikli amacı heretiklerin avıydı. Ortodoks düşünceden savrulan, bölgesel kültür ve inanışlarla harmanlanan kompozit düşüncelerin imhası için bu mahkemeler kurulmuştu. Heretikler o dönemde önemli ölçüde temizlendi, bastırıldı.
Kilisenin keyfi yerindeydi; ta ki kara veba Venedik'te karaya ayak basıncaya kadar. 14 yy. ortasında en iyimser tahminle Avrupa nüfusunun üçte biri yok oldu. Kalanı büyük bir karmaşaya girdi ve eski düzeyine ulaşması yüzlerce yıl aldı. Bu sırada Katolik kilisesi de çok ağır bir sorgu altındaydı. Tanrı neredeydi? Neden kullarına böyle ağır bir eziyeti reva görmüştü? Kilisenin kendisini toparlaması ve otoritesini koruması için, bugünün klasiği bir stratejiyi devreye alması gerekmişti; yeni bir düşmana ihtiyaç vardı. Bu ıstırabı bize salan, şeytanla işbirliği yapan bir grup olmalıydı. Tabi, bu grup mümkünse güçten düşmüş, ele geçirilmesi, korkutulup sindirilmesi kolay insanlardan oluşmalıydı. Jakobenlerin Devrim Düşmanları, Nazilerin Yahudileri, Bolşeviklerin Kulakları; hepsi aynı prototipin sonucuydu. İşte Katolik kilise bu fikri parlatıp topluma sundu. İnsanın şiddete olan aşkı ve açlığı, mülkiyet ve iktidar arzusunun karanlık tarafı bununla birleşti ve toplum cadı avını onayladı.
Bir sonraki yazıda konuya engizisyon mahkemesinin icrasıyla devam ediyoruz.
Saygılar
Comments