top of page

Kötülüğün Tarihi - 10 (Cehennem Yolculuğu)

Merhaba,


İnsanlığın en büyük iki bilinmezi nereden geldiğimiz ve nereye gittiğimizdir. Gündelik meşguliyetlerden serbest kaldıkça veya daha etkilisi; rutinlerimizi bozan (salgın gibi) bir şey bizi ıssızlığa ittiğinde bu ikisi hemen gündemimize oturur. Böyle anlarda, (doğal olarak) gençlik nereden geldiğine, yaşlılar ise nereye gideceklerine daha fazla önem verirler. Şu ana kadar gördüğümüz bütün dinsel modeller bu iki konuya da (öyle/böyle) bir cevap vermiştir. Birincisi kozmogoni, diğeri eskatoloji adı altında, birçok yaklaşımla doludur.


Bu yazıda biz bu dinsel modellerin nereye gideceğimize dair çözümlerine bakacağız. Ölüler dünyası zaman içinde ikiye bölünmüş ve cennet-cehennem kavramları ortaya çıkmıştır. İlginçtir, cennetle ilgili çok fazla bir açıklama yoktur; ama cehennem oldukça detaylı resmedilmiş ve onun etkisinde yüklü bir literatür oluşmuştur. Haydi, karanlık dehlizlere inip kötüleri aşağıda nelerin beklediğine beraber bakalım.


Mezopotamya'nın dini sistemlerinde bir ayrım yoktu; iyi/kötü bakılmaksızın insanlar tek bir ölüler şehrine gidiyordu. Bu yerde, karanlık dehlizlerde amaçsız bir ‘var olma’ bizi bekliyordu. Şehrin belli bir düzeni yoktu. Bizi oraya götüren yedi kapıyı aştıktan sonra geriye bitmek bilmez geçit ve odalarla dolu, insanların donuk bir şekilde oturduğu yada ayaklarını sürüye sürüye dolandığı kovuklar vardı. Karanlık, tozlu ve küflüydü. Pek bahsedilmiyor ama olasılıkla soğuktu, sessizdi; hiçliğin vücut bulduğu bir yerdi. İlkel Dinler Tarihi-9 (Sümerler-1) adlı yazıda bu ortama İnanna'nın bir yolculuğunu paylaşmıştık. Üzerine etraflıca düşünüldüğü belli bu yolculuğun amacından çok sonucu insanlığı ilgilendiriyordu; mevsimsel döngülerin sebebi Dumuzi ve kız kardeşinin ölüler şehrindeki dönüşümlü sürgünüydü. Bu mit insanların günah gibi eylemlerden uzak tutacak tehditkar bir cehennem resmi yerine yukarıda açıkladığım gibi hiçliğin somut halini çiziyordu, asıl derdi yaşamın gizemleriyle ilgiliydi.


Olay, Antik Yunan'a geldiği zaman biraz daha renklendi. Aynı mevsimsel döngü Demeter'in kızı Persephone'nin Hades tarafından ölüler şehrine hapsedilmesi ve yılın sadece altı ayını dışarıda geçirmesi üzerineydi. Ölülerin yükümlülüğünü arttırmak için (veya elini kolunu sallayan içeri girmesin diye) kapılara canavar köpekler konuldu, Hades imgesi güçlendirildi. Yine de ceza hukukuna dair bir yaklaşım görünmüyordu.


Odysseia’da bu duvar aşıldı; ölüler ülkesinde (görece) işkence gören insanlar görülmeye başlandı. İlkel Dinler Tarihi-16 (Yunan Mitolojisi-2) yazısında paylaştığımız örnekler vardı; fakat bunlar daha çok tanrılarına karşı büyük günahlar işleyenler hakkındaydı, ahlaklı olmak ikinci plandaydı. Aynı dönemde Elysium fikriyle Kronos gibi iyi saatte olması gerekenlerin emeklilik günlerini geçirdiği tropik ada benzeri ortamlar hakkında da düşünceler ortaya kondu. İnanç sistemi ve mitler, cennet ayrımını kısmen yapıyordu ama insanların oraya nasıl ulaşacağını anlatmıyordu. Platon gibi büyük filozoflar ve Orphik din hareketinin liderleri yaşam süresi boyunca yapılan iyilik ve kötülüğün, sonunda bir mutabakata tabi olacağını ve insanların buna göre yargılanacağını ortaya atmıştı; fakat toplumun bunu kabullenmesi için daha erkendi. Daha önce de değindiğimiz gibi yaşama sevinci bu tip eskatolojilere baskındı, çoğunluk yaşam sonrasından korkmuyordu.


Zamanı biraz daha ileri saralım. Cumhuriyet ve diktatörlük arasında gidip gelen siyasi yapıda; zamanın süper gücü Roma imparatorluğunda; cehennem fikri daha zengin bir içeriğe sahip oldu. Romalı ünlü şair Vergilius'un görkemli eseri Aeneis, beklediğimize daha uygun bir cehennem çizer. Troya'nın Akha'larca fethi sonrası aileden kalanları toplayıp İtalya'ya, Roma'yı kurmaya gelen Aeneas, Tartarus'a bir yolculuğa çıkar. Bu karanlık ülkeye yolculuğunun bir kısmını aşağıda okuyabilirsiniz;


[Aeneas ve ona refakat eden rahibe ölüler diyarına doğru yürürler]

Yürüyorlar yalnız gecede, karanlıkta yitik, Dis'in boş evleri, hayaletler krallığı içinden.

Nasıl güvenilmez ay ışığı altında göğü kaplayıp da gölgelerle ulu Jupiter, renkleri soldurunca kara gece, yürünürse ormanda, öyle yürüyorlardı.

Giriş yerinin önünde, dar koridorunda Orcus'un yerleşmişti Yaslar, öç alan Dertler;

soluk yüzlü hastalıklar orada mekan tutmuş ve kasvetli İhtiyarlık ile Korku ve kötü öğütçü Açlık ile berbat Fakirlik ve görünüşü ürkünç biçimler, Ölüm ile Çile;

ve Ölüm'ün kan kardeşi Miskinlik, ruhun kötü Sevinç'leri ve karşı eşikte ölümcül Savaş ve Eumenidlerin demirden Döşek'i ve kanlı kurdelelerle bağlanmış engerek saçlarıyla çılgın Anlaşmazlık!

...

Ayrıca türlü canavarlar, hayvanlar kalmaktaymış orada; Centaurlar ve biçimsiz Scyllalar ve yüz kollu Biareus ve ürkütücü ıslıklı Lerna yılanı, sonra her yanı ateşle kaplı Chimaera, Gorgonlar ve Harpyialar ve üç bedenli Geryonlar...


Vergilius, bu detaylı ölüler şehri kapısıyla kötülüğün merkezindeki her bir olguyu somutlaştırır. Ayrıca Antik Yunan'dan tanıdığımız canavarların çoğunu da etrafına yerleştirir. Bununla da kalmayıp cehennem diyeceğimiz şeye daha yakın bir yerin de tarifini verir. Aeneas, Tartarus'daki yürüyüşleri sırasında aşılmaz surlarla çevrili, göğe uzanan bir kule görür. Surların etrafında ateşten nehirler akar ve kapılarını tanrıların bile açamayacağını anlar. Bu kapının ardından yükselen sesler onu rahatsız eder; içeriden iniltiler, sert kamçı sesleri, sürüklenen demir gıcırtıları ve zincirlerin şıkırtısı duyulur. Aeneas rahibeye burada kimlerin işkence gördüğünü sorar, o da dünyada cezasını çekmemiş suçluların burada yattığını açıklar.


Vergilius burada yatanlara psikolojik cezaların uygulandığını da görür. Üstündeki kayalar düşmek üzere, kaygıyla bekleyenler veya krallara layık yemeklerin önünde zincirlenmiş açlıktan kıvrananlar gibi. Bunun dışında buraya gelenlerin suçlarına örnekler de verir;


Orada erkek kardeşinden nefret edenler bulunur ömürleri boyunca;

babalarını dövenler, sonra oyun edenler müşterilerine ve edindikleri varlığa tek başına yumulanlar, yakınlarına ondan hiç pay ayırmayanlar -üstelik çoktur sayıları-.

Zina yaptıkları için öldürülenler, sonra devlete karşı meşum silahları kullananlar, efendisiyle yaptığı anlaşmayı korumayıp bozanlar;

hepsi hapsedilip bekler burada cezalarını.


Vergilius'un bu detaylı cehennem tasarımını sadece kendisine atfetmemiz (en azından benim gibi bir amatör için) yanlış olur. Görünen, o güne kadar gelen fikirleri birleştirip kendisinden sonrası için örnek teşkil edecek bir ortam hayal etmiştir. Roma'da tarihin en kapsamlı hukuk sistemi gelişirken bunun dinsel düşüncelere etki etmemesini bekleyemeyiz. Fark ederseniz, Vergilius özellikle Dünyada işledikleri suçlar yüzünden cezalandırılmayanların burada işkence göreceğini söyler. Cehennem bir üst mahkeme gibi, peşinizi bırakmaz. Belirtilen ahlak normları ve kaide sınırlarını aşanlar; kendisini burada bitmek bilmez acı ve ızdırapta bulacaktır. Çığır açan eseri, Dante'nin başucu kaynağı olacaktır. İlahi Komedya'da Dante’yi, cehennem ve arafta Vergilius gezdirecektir. Yazı dizisinin devamında bu konuya geri döneceğiz.


Batıda bunlar olurken, doğuda benzer bir yolculuk Zerdüştlük dünyasında yapıldı. Sasani'ler döneminde MS 400 civarında kaleme alınan Ardavirafname, zerdüşt Ardaviraf'ın öbür tarafa yolculuğunu anlatıyordu. Ardaviraf yedi gün yedi gece süren yolculuğunda cennet, cehennem, araf, ve çinvad (sırat) köprüsünü görmüştü. Ona bu ruhsal yolculukta iki melek eşlik etmişti. En sonunda, Ahura Mazda'nın karşısına çıkmış ve bu gördüklerini bütün insanlığa anlatmakla görevlendirilmişti. Kitaptaki 101 bölümün 84’ü cehenneme ayrılmıştı. Hayatını kötülük yaparak geçirmiş insanlar burada çeşit çeşit (yeri geldi mi insanı dehşete düşeren) cezalara çarptırılıyordu.

Ardaviraf'ın kendi ağzından bu yolculuğun giriş kısmını dinleyelim;


[Melekler Ardaviraf'ı Sırat köprüsüne götürür]

Orada çok güzel bir kız ile karşılaştım ve ona dünya hayatında bu kadar güzel bir kız görmediğimi, kim olduğunu sordum. O da bana 'ben senin dünyada yaptığın güzel amellerinim ey güzel düşünce, güzel söz ve güzel amel sahibi yakışıklı genç!' dedi. Sırat köprüsü 9 nize kadar genişledi ve Suruş ile Azer İzed refakatinde rahatlıkla geçtim.


[Meleklerin eşliğinde yargılanacağı yere varır]

Adil Reşn'in elinde altın sarısı bir terazi vardı. Bu teraziyle iyilikleri ve kötülükleri tartıyordu.


[Melekler ona önce cenneti ve sonra cehennemi anlatır]

Bunun yanında cehennemin karanlık ve darlığını, kötülük ve sıkıntısını, irin ve pislik olarak kokuşmuşluğunu, devlerin, büyücülerin ve Ehrimeni güçlerin nasıl cezalandırılıp azap gördüklerini de bana göstereceklerini ifade ettiler.


Yeraltı dünyasındaki cehennem soğuktur, karanlıktır ve kötü kokar. Her bir bölümde eziyet edilen insanların ne suç işlediği de belirtilmiştir. Eşcinsellik, bir mümini öldürmek, alışverişlerinde malı pahalıya satmak ve hile yapmak, kötü komutanlık ve iradecilik, dedikodu, büyücülük, hırsızlık, sözüne durmama, sözleşmeyi bozma, anne ve babayı incitme, yabancı bir erkekten hamile kalma ve çocuk düşürme, hakemlikte yalancılık ve rüşvet, kıskançlık ve amirlere itaatsizlik gibi suçlar cehennem azabına tabidir. Cezaların bazısı öyle detaylı ve yaratıcıdır ki, bugün bile okuyanı dehşete düşürür. Bir kaç örnek vermek istiyorum ama başında uyarmayalım, midenizi kaldıracak, gecenize kabus olacak kadar etkililer.


Bir takım kadınların ruhlarını gördüm. Gözlerine ağaçtan çiviler çakmışlardır. Talihsiz kadınlar bir ayaklarından baş aşağı asılmış halde bekliyorlardı. Sayısız miktarda kurbağa, akrep, yılan, karınca, sinek, kurtlar ve diğer zararlı yaratıklar o baş aşağı asılmış kadınların ağızlarından, burunlarından, arkalarından ve önlerinden, avret yerlerinden girip çıkıyor, onlara işkence ediyorlardı.

...

Bir erkeğin ruhunu gördüm. Yılanlar cinsel organını sokuyor ve çiğneyerek ona işkence ediyorlardı. Adamın iki gözüne de yılanlar ve kurtlar işiyorlardı. Diline de demir çiviler takılmıştı.


Verilen cezalarda bol bol yılan kullanılır. Kimi zaman kırbaç olur, kimi zaman insanı yer, içine girer. Hatta, insan onun şekline bürünüp ebediyen yerde sürünmek zorunda kalır. Cehennemin baş oyuncularından olan yılan, yazı dizimizin başındaki primat kökenli kabus tezini de destekliyor.


Cehennemin son bölümünde Ehrimen kendisini gösterir. İşkence ve eziyet gören günahkarlarla alay eder ve onlara seslenir;


“Neden dünyada Ahura Mazda’nın verdiği rızıkları, onun ekmeğini yiyip de benim işlerimi yapıyordunuz? Neden yaratıcının emirlerini önemsemiyor ve o emirlere uymuyor da benim arzularımı gerçekleştiriyordunuz?”


Sami dinleri eskatolojisi son bir savaştan ve kurtuluştan bahsederken; Zerdüştlükte bu, iyiliğin ve aydınlığın tam bir zaferi olarak gerçekleşmiştir. Her ne kadar bu zafer insanlığın zamanının bittiğinde olacak olsa da, Ardaviraf hem mekanda hem zamanda yaptığı yolculukla bu kesin sonuca şahit olmuştur. Cennet de, cehennem de tam anlamıyla iyi tanrının kontrolündedir. İnsanlığın sığınabileceği başka bir olgu yoktur, haliyle sıralanmış suçlar listesinden itina ile kaçınması onun için tek yoldur.


Ne yazık ki bu yapı ve düşünce sistemi Sasanilerle beraber yok oldu. Zerdüştlerin küçük bir kısmı kendisine Hindistan'da yer buldu ama hiçbir zaman çoğunluk haline gelemediler. Yine de, cennet, cehennem ve onların öncülü sırat köprüsü ve altın terazi dinsel düşünce ve inanç düzleminde kendilerine çok önemli yerler buldu.


Gelecek yazıda Zerdüştlük başta olmak üzere düalist inançlara bakıp tanrının yanında şeytanın nasıl somutlaştığını inceleyeceğiz.


Saygılar


bottom of page