Merhaba,
Sümerler medeniyete ilk gerçek yazıyı hediye etmişlerdir. İlk defa bu yazılı metinler sayesinde (nihayet) atalarımızın yaratılış mitlerini ve hayatın nedenselliğine dair tezlerini okuyabiliyoruz. Sümerlerin kökeni hakkında iki teori vardır; birincisi onların Batı Asya'dan, diğeri ise Kuzey Afrika'dan geldiğini söyler. Batı Asya tezi Sümerlerle bizim kökenimizin aynı olduğunu ekler, hatta tarihteki ilk Türk saçılması olarak tanımlar. Devamında gelen akınlarla Avrupa’ya yerleşip Türk olduklarını unutan ama dil benzerliği kaybolmayan Fin ve Macar medeniyetleri ile de eşleştirilir. Sümerlerin Türk olup olmaması beni pek fazla ilgilendirmiyor, daha çok dinsel inanç ve düşünceler açısından ele almak istiyorum. Eğer bu tez doğruysa, Asya'dan şamanist inançları almış ve bunlara bağlı mitleri Mezopotamya'ya tanıtmış olabilirler. Bu yazıda Sümer Panteonunda yer alan tanrıların dinsel inanç tarihine önemli etkisi olan mitlerine değineceğiz. Önce yaratımla başlamalıyız.
Sümerlerden günümüze kalan kapsamlı bir yaratılış destanı yoktur. Babillerde bunu Enuma Eliş ile göreceğiz ama Sümerler için kozmogoniyi birçok mitten gelen bilgiyle bir araya toplamak zorundayız. Hikayenin başında yaratımın olacağı zemini var eden Nammu vardır. Nammu karanlık suların ana tanrıçasıdır, her şeyden önce var olan bir sıvıdır. Ondan ana tanrılar An (Gök) ve Ki (Toprak) doğar. İki önemli çocukları vardır; Enlil ve Enki. Enlil havanın tanrısıdır. Annesi ve babasını ayırıp boşluğu havayla doldurur ve kardeşi Enki'nin çalışacağı ortamı sağlar. Ayrıca tarihteki ilk adı konulmuş fırtına tanrısıdır. Bu fırtına tanrısı kavramını din tarihinde uzun bir süre takip edecek, hatta Sami dinlerdeki etkisini göreceğiz. Kardeşi Enki'den önceki bölümde kısaca bahsetmiştik, burada biraz daha detay verelim. İnsanlığın, yaratımın, bilgeliğin, zanaatkarlığın tanrısı Enki biz insanların varoluş mitidir. Kendisi bizi biz yapan her şeyi sağlamış, sonra bu sistemi yönetmesi için Enlil'e teslim etmiştir. Enki'yi şirketin Arge bölüm başkanı, uzman bir mühendis olarak görebiliriz. Enlil ise ailenin parlak çocuğu, yönetim kurulunun genç başkanıdır. Hikaye burada bitmez; panteonda ölüm için de bir yer bulmalıyız. Tarihteki ilk yeraltı dünyası Sümer'lerle yazıya dökülmüştü; bu karanlık dünyanın (bana göre) en havalı adı Irkalla'ydı. Ölenlerin gittiği bu yer kasvetli, karanlık, anlamsız, soğuk ve donuk bir ortamdı. Onları bir ceza veya ödül beklemiyordu, sadece öte hayatı yaşıyorlardı; aklıma tozdan başka bir şey gelmiyor. Bu dünyayı yöneten tanrıça Ereşkigal'di. Daha sonra ona kocası olarak ölüm/savaş tanrısı Nergal eklendi. Kendilerine mitleri incelerken bol bol değineceğiz, biz panteonu tanımaya devam edelim.
Güneşin yönetimi Utu'ya verilmişti. Bu tanrının ikiz kız kardeşi ise İnanna'ydı, kendisiyle Uruk'da tanışmıştık. Diğer bütün tanrı ve tanrıçaları bir kenara koyalım, İnanna kadar hiçbir tanrının dinsel düşünce tarihinde etkisini göremeyiz. O kadar etkiliydi ki, Yahova bile ona kafayı takmış, yeri geldiğinde onu yeren, parçalayan, yeri geldiğinde kucaklayan bir tavır izliyordu. İnanna odaklı mitlerin yazı dizimizin devamında etkisi çok yoğun olacağı için hanımefendiye öncelik veriyoruz. Önce gücü kuvveti Enki'den nasıl aldığına bir bakalım.
Bunun ilk izini Enki'nin Dünya ve insanlığı yarattığı mitte görüyoruz. Enki, insan, hayvan, bitki, şehir ve diğer nesneleri yaratıp bunların birbiriyle ilişkisini tanımladıktan sonra tanrılara bir bir görevlerini açıklar. Fakat, İnanna'ya bir şey düşmez. O da babasına gidip, "Ben ne yapacağım, bana niye görev vermedin?" diye sorar. Mitin bu en heyecanlı yerinde tablet kırık olduğu için Enki'nin durumu nasıl kurtardığını bilmiyoruz. Görünen o ki kızını üstün savaş yeteneklerini işaret ederek över. Sonra da, tabiri yerindeyse "Otur oturduğun yerde" der gibi bir havayla biraz tepeden konuşup yollar. Anlaşılan İnanna bunu yutmamış, Enki de kızını yanlış tartmış.
Eridu'daki Enki tapınağından bahsetmiştik. Zaman içinde Uruk bölgenin kontrolünü ele geçirip merkezine Eanna tapınağını kurmuştu. Bu tapınağın ilk tanrısı An diye kabul ediliyordu, ama hırslı kızımız İnanna onu tahtından indirip şehrin depolama ve dağıtım merkezini kontrol altına almıştı. (Bunun için bile bir mit var) Neyse, bu kontrol yeterli değildi ama; babası Enki'den yaşam erkini almalıydı. Uruk'un nasıl medeniyetin merkezi olduğunu açıklayan mite geçiyoruz. İnanna, gemisine atlayıp Fırat üstünden Eridu'ya, babası Enki'yi ziyarete gider. Amacı daha önceki diyalog sonucu sepetlenmesinin intikam mıydı bilmiyoruz ama pek güzel süslenip püslenmişti, dikkatli olmakta fayda var. Enki güzel kızını görünce pek sevinir, ona güzel bir sofra kurar. Baş mühendisimiz sofra adabına uymayıp içer de içer, sonuç kendisi için facia olur. Kızına yaşamsal önemi olan şeylerin (Sümerler bunlara Me diyordu) her birini tek tek verir. Mitten küçük bir kısmı paylaşıyorum. Enki der ki;
"İtibarım gereği! Apsu'mun gereği! Kutsal İnanna'ya, kızıma, sunacağım Kimse engelleyemeden Ahşap Tekniklerini; Metal Tekniklerini; Yazı Tekniklerini; Döküm Tekniklerini; Deri Tekniklerini; Kumaş Tekniklerini; Mimarlık ve Sepetçilik Tekniklerini!"
İnanna babasının bu lütfunu geri çevirmeyip, uzmanlık isteyen her şeyi bir bir ondan alıp gemisine yükler. Yüklerken de hepsini listeler. Gemiye yüklenen bu erk listesini tarihteki adı konmuş ilk gemi manifestosu olarak sayabiliriz. İnanna akıllı davranıp, gitmeden babasından bunların bir kez daha teyidini alır. Enki, gecenin sabahı uyanıp ayılınca ne yaptığını fark eder. Hemen adamlarını çağırıp İnanna'yı sorar. Yükünü alıp Fırat'a açıldığını duyunca yaptığına pişman olup arkasından canavarlar gönderir. Her başarılı kadının en az kendisi kadar etkili ve becerikli bir yardımcısı vardır. İnanna'nın kurmay başkanı Ninşubur duruma müdahale eder; bu canavarlara karşı koyup onları kovalar. Enki pes edip geri çekilir, sonra düşkün olduğu kızına dayanamayıp uzlaşmaya gider. Böylece medeniyetin temel özellikleri Uruk'a geçmiş ve İnanna'nın çağı başlamıştır.
Bir diğer mitimiz, İnanna'nın gençlik dönemiyle ilgili. İnanna Fırat kıyısında gezerken güzel bir ağaç görür. Ünlü Sümerolog Noah Kramer'e göre bu bir söğüt ağacıdır. Ağacı yerinden söküp Eanna'daki tapınağına getirir. Büyüyünce gövdesinden kendisine güzel bir taht yapmayı düşünmüştür. Fakat, ağaca kötü güçler musallat olur. Gövdesine bir yılan sarılır, üstüne Anzu denen vahşi kuş konar ve Lilitu denen dişi cin dallarına oturur. Lilitu'nun hem ismi hem de davranışı Yahudi inancında geçen Lilith'i hatırlatır. Kendisiyle Vampir tarihinde tanışmıştık. Neyse, İnanna bu istilaya çok üzülür. Derdine Gılgamış çare olur. Yılanı öldürür, diğerleri bunu görünce kaçar giderler. İnanna çok sevinir. Ağaçtan tahtını yapar ama Gılgamış'ı da unutmaz, ağacın gövdesinden kendisine bir davul ve tokmak hediye eder. Yazının başında Sümerlerin Asya kökeni olasılığından bahsetmiştim. Bu mitte Asya'da varlığını daha çok gördüğümüz şamanizme ait iki önemli nesne var. Birincisi İnanna'nın beğendiği ağaç, şaman inancındaki yaşam ağacına benziyor. Göğe yükseliş, yaşamın kaynağı ve tanrıların (özellikle ona yıldırımlarını yollayan fırtına tanrısının) Dünya'daki simgesi gibi görünüyor. Diğer bir konu ise bu ağaçtan Gılgamış'a düşen hediye; davul ve tokmağı. Şamanizm'le ilgili yazımda belirttiğim gibi bu şamanlar için olmazsa olmaz bir ekipmandı. Esrime törenlerini destekleyen ritmik temayı veren davul ve tokmak büyük kral Gılgamış'tan çok, sanki Asya'dan buraya gelmiş bir büyücü-hekime ait gibiydi. Zaten diğer mitlerde Gılgamış'ı bu davul-tokmakla görmüyoruz. Haliyle bu mit, Sümerlerden öncesine dayanıyor gibi…
Başka bir mite geçelim; İnanna büyüyüp serpildikçe kendisine bir koca aramaya başlar. Kızımızın güzelliği dillere destandır, onun bu talebini gören iki önemli aday hemen görücüye çıkar. Birisi çoban tanrı Dumuzi, diğer çiftçilerin tanrısı Enkimdu'dur. Her iki tanrı da seçilmek için hediyeler sunar. Başında İnanna Enkimdu'yu seçer. Fakat, ikiz kardeşi güneş tanrısı Utu olaya müdahale eder. Dumuzi'nin çok daha iyi bir eş olacağını anlatıp onu ikna eder. İnanna kararını değiştirip Dumuzi'ye yönelince Enkimdu hüsrana uğrar. Bir varyanta göre daha fazla hediye verir ama Dumuzi'ninkiler daha kalitelidir. Diğer bir varyantta Dumuzi'yi öldürür. Sonuç değişmez, İnanna'nın tercihi çoban tanrısıdır. Kendisi avcı-toplayıcılığı seçmiş, tarımın üstünlüğünü kabul etmemiştir. Hikayenin benzer bir varyantını Kitab-ı Mukaddes'de Habil ve Kabil arasındaki kavgada görürüz. Sonuçta tarım kazanır ama bunun sayesinde ilk kan dökülür. Ayrıca toplumsal evrimin önemli bir adımı mitlerin içindeki yerini de bu sayede bulmuş olur.
Sıradaki mitimiz, yaşamsal döngüyle ilgili. İnanna, dünyadaki güçlerini yeterli görmez. Bereket, aşk ve savaş ona yeterli değildir. Yeraltı dünyasına inip büyük kız kardeşi Ereşkigal'i görmek ister. Mitte amacı tam açıklanmaz, ama tanrıçayı yeterince tanıdıysak neyin peşinde olduğunu tahmin etmemiz pek zor olmaz. Yeraltı dünyasına geçişin yapılacağı kapının önüne dikilir ve içeriye alınmasını ister. Ereşkigal kardeşinin neyi amaçladığını bilmez ama şüphelenir. Yardımcılarına İnanna'yı içeri almalarını ama yeraltı dünyasına inen yoldaki yedi kapıdan geçerken her bir kapıda üstündeki bir şeyi bıraktırmalarını ister. İnanna bu şekilde üstünü başını kapı önlerinde bırakır ve sonunda çıplak bir şekilde ablasının taht salonuna ulaşır. Sümer inancına göre güç ve kuvvetin kaynağı maddi nesnelerdi. İnanna da bunları yolda bıraktığı için zayıf düşmüştür. Ereşkigal kardeşinin hatasını affetmez, onu öldürüp cesedini bir askıya asar. Bu arada İnanna, diğer bir mitten tanıttığımız Ninşubur'a üç gün içinde geri dönmezse babasına çıkıp yardım istemesini öğütlemiştir. Ninşubur, İnanna'dan ses çıkmayınca cennete çıkar. Tanrıların yaşadığı bu cennet bahçesinin detaylarını diğer bir yazıya bırakıp devam ediyorum. Ninşubur'un feryatlarına Enki cevap verir. Tırnaklarının arasından çıkardığı çamurdan iki yaratık yapar. Bunların ruhu yoktur, haliyle Ereşkigal onları kontrol edemez. Yaratıklar yeraltı dünyasına inip İnanna'yı bulup dışarı çıkartır. Ereşkigal bunu kabul etmez. İblislerinden ikisini arkasından yollar, tanrıçanın yerine aşağıya birisini vermesi gerektiğini söyler. İblisler önce Ninşubur'u almak ister. İnanna bunu engeller. Sonra, onun saçları ve makyajını yapıp süsleyen Shara'yı almak isterler. Beni kim güzel yapacak diyerek buna da engel olur. Böylece dünya tarihindeki ilk güzellik uzmanıyla da tanışmış olduk. Görevini bilmediğimiz başka bir kızı daha almak isterler, İnanna ona da izin vermez. Bu kızlar tanrıçalarına sadakat göstermiş, yokluğunda gereğince yaslarını tutmuşlardır. Yolculuğumuz devam eder, İnanna arkasında iblislerle dünyada dolaşıp kendi yerine bir kurban aramaya devam eder. Kocası Dumuzi'nin evine varırlar. Aslında onu da koruyacaktır ama yokluğunda paşamızın en güzel kıyafetlerini giyip tahtına kurulduğunu görünce bir kaşı kalkar. Diğerleri yas tutarken kocasının keyfine bakmasına çok sinirlenir ve iblislere onu alıp götürmelerini söyler. Böylece zavallı Dumuzi yeraltına sürüklenir. Sümer tanrıları genel olarak kadınları pek tanımaz, anlamazlar; bu yüzden başları hep derde girer. Dumuzi karga tulumba yeraltı dünyasına taşınıp, Ereşkigal'in sarayında (herhalde duvardaki askıda) yerini alır. Bunu duyan kız kardeşi tarım tanrıçası Geştinanna yasa boğulur. İnanna'nın yanına koşar, üzüntüsünü anlatır ve gerekirse abisi yerine yeraltına inebileceğini söyler. Siniri geçen aşk ve savaş tanrıçamız Ereşkigal'le anlaşmaya karar verir. Artık yılın yarısında Dumuzi, diğer yarısında Geştinanna yeraltı dünyasında zaman geçirecektir.
Bu son mit bize mevsimsel döngüyü anlatır. Geştinnana yeraltı dünyasında olduğu sürece bitkiler kurur, büyümez, mahsül vermez. Diğer dönemde, yani Dumuzi yeraltındayken aynı etkiyi az da olsa hayvanlarda görürüz. Mevsimsel dönüşler bitki dünyası için daha belirgin ve tarıma dayalı bir ekonomi için baş etmen olduğundan hikayenin içine Geştinanna'nın girmesi gerekmişti. Sümer rahipleri nedenini anlamadıkları mevsimlerin etkisini tanrıların ölüm-dirilme döngülerine bağlamış ve kutsamıştı. Her bahar dönümünde yapılan şenlikler bu döngüden çıkan tanrıların yolculuğuna yardımcı olmak, onların dönüşünü kutlamak içindi. Zaman içinde tanrıların adı değişecek, ama bu mevsimsel döngü ve ona bağlı bereket, dirilme ve ölme unsurları dinsel düşünce tarihinde yerini koruyacaktır. Hatta, zaman içinde bu döngünün bilimsel sebepleri anlaşılmasına rağmen, kültürümüzdeki yerinden olmayacaktı. Öncesinde Eleusis veya Dionisos için gizem tapıları, sonrasında Hıdrellez gibi bahar şenlikleri ve diğer köy oyunlarıyla kolektif bir bilinç altı unsuru olmaya devam edecektir.
Buraya kadar paylaştığım mitlerin içine bilinçli bir şekilde kattığım muzip hava umarım sizi okurken biraz olsun gülümsetmiştir. Bunu yapmaktaki amacım bu kadim tanrılar ve gelenekleri küçümsemek değildi. Aksine onları birer insan fikri olarak yüceltmeye çalıştım. Mitlerin detayına bakarsanız, aynı bizim gibi umut, korku ve hırsları olan varlıklardı bu tanrılar. Hatalar yapıyor, üstesinden gelmeye çalışıyor, birbirleriyle didişiyor, yani tam anlamıyla yaşıyorlardı. Bize tepeden bakarmış gibi görünmelerine rağmen ne kadar insancıl, sıcak ve samimi olduklarını göstermeye çalıştım. İnsan okurken Dumuzi'nin aptallığına (belki sığır daha iyi bir kelime olur), Enki'nin içip coşmasına, İnanna'nın azmine, Geştinanna'nın abi sevgisine, kısacası bütün duygusal çalkantılarına kapılıp onlara acıyor, kızıyor ve seviyor. Bu da dinsel düşünce tarihimizin ne kadar insancıl kökenlere sahip olduğunu göstermiyor mu? Onlara karşı empati duymuyor muyuz? Sonra, manzara değişecek tabi ama oraya daha çok yolumuz var.
Gelecek bölümde Dünya tarihindeki ilk kahraman kral Gılgamış'ın maceralarını göreceğiz.
Sevgiler
Comments