Merhaba,
Düalizm, dini düşünceler tarihinde ayrı bir yere sahiptir. Düalist bakış açının temel amacı iyilik ve kötülüğün kaynağını bulmak, ezeli rekabetin ve çilenin nedenlerini araştırmaktır. Tek bir yüce tanrı veya panteona ne kadar taparsak tapalım kıtlık, savaş ve salgın yakamızı bırakmaz. Tanrılara kendimizi feda edecek kadar ileri gitsek bile fark etmez, biz ve sevdiklerimizin üstündeki karanlık dağılmaz. Başıma gelmez demeyin, kötülüklerin en büyüğü kaçınılmazdır; ölüm illa ki bizi alıp götürür. Bizim buralardan göçme olasılığımız, sevdiklerimizin bizden ayrılması, aynı dipsiz kuyuya, hiçliğe herkesin düşecek olması; özetle yaşam hakkımızın elimizden alınması en büyük kötülüktür. Bunu başka bir canlı, salgın yada kıtlık yapmış olmasa bile, "ecelimiz" gelince ölmek insanın kendi tercihi olmadığı için ondan yaşama hakkını çalmaktır.
Bu gerçekle yüzleşen herkes aynı temel sorguya kapılır; peki tanrım (yada tanrılarım) neden benden hayatı esirgiyor? Ona tapınma için elimden gelen her şeyi yapmama rağmen neden yaşama hakkı benden alınıyor? Her şeye gücü yetmiyor ve ölmemi durduramıyor mu? Yoksa tam olarak iyi değil mi? İşte bu eşsiz ve meşhur sorgu karşısında akla gelen en mantıklı cevap kötülüğün kaynağının farklı bir aşkın varlıkta vücut bulmasıdır. O bizden çok, ama taptığımız tanrıdan biraz az güçlüdür; belki düşmüş bir melek, belki kıskanç kardeş, belki ilk yaratılan olsun; eşsiz bir varlıktır, ama ‘azcık’ güçsüzdür.
Bu aşkın kötülüğün asıl derdi tanrı ve onun düzenidir. İlk örnekleri tanrıya cepheden saldırmış, büyük savaşlar çıkarmış; ama zaman içinde bu kadar güçlü olması din adamlarının hoşuna gitmemiş ve daha sinsi, arkadan iş çeviren bir kimliğe bürünmüştür. Kötülüğün tarihinde çok önemli bir yere sahip bu şeytan prototiplerinin lansmanı için düalist inançlardaki mitleri ve teolojisini incelemeliyiz. Bunun için gnostiklere, maniheistlere veya essenilere bakabiliriz. Bu bahsettiğimiz varyantlar Sami ve Hindu dinlerinin uzantılarında ortaya çıkmış, çoğunlukla onlardan sapmalar olarak görülmüştür. İşin biraz daha özünü görmek için biz biraz daha geçmişe, Zerdüştlerin zamanına gideceğiz. Onların şeytan ve kötülükle bağlantılı mitleri bizi ileriye değil, çok ama çok daha geçmişe götürecek. Haydi, bu tuhaf yolculuğa beraber çıkalım.
Zerdüştlük ile ilgili bazı temel bilgileri İlkel Dinler Tarihi - 14 (Zerdüştlük) yazısında vermiştik. Burada kozmogoninin yani yaratılış mitinin karanlık tarafına odaklanacağız. Önce ve ezelden beri, Ahura Mazda ve Ehrimen vardır. Işığın efendisi Ahura Mazda zamanda sonsuzdur. O bilendir ve varlığın yekpare halidir. Karanlığın efendisi Ehrimen ise zamanda sonludur. Yani ileride bir vakit yok olacaktır. Ehrimen bilmeyendir, kara cahildir ve hiçliği ifade eder. Buna rağmen, Ahura Mazda'yı mekanda sınırlamıştır. Sonra, onun ışığını ve yaratımını görür. Bunu kendisine çok ister ve saldırıya geçer. Ahura Mazda, ondan güçlüdür; hem kendisini hem yaratımını Ehrimen'den koruyup onu sonsuz karanlığa geri yollar. Ehrimen, tarif edilmez bir yokluğun içinde uykuya dalar. Bu sırada Ahura Mazda evreni, dünyayı ve ilk canlıları yaratır.
Ehrimen 3 bin yıllık uykusundan uyanıp (bilinen) evrene tekrar girer. Dünyaya doğru yönelir ve hızla girdiği gökyüzünü yok edip toprakta büyük bir delik açar. Yıkımı anlatımsızdır, yaşam bir harabeye döner; ilk insanlar, hayvanlar ve bitkilerin hepsi ölür. Evrenin dengesi bozulup, Ahura Mazda'nın yaktığı yaşam ateşi sönünce, Ehrimen varlığının özü yani yıkımın ruhunu tatmin ettiği için hoşnut kalır ve evreni terk etmek için harekete geçer. Bu sırada Ahura Mazda, yeni bir tür insan topluluğu yaratmıştır. Bu insanlar Ahura Mazda'nın yanında durup onun Ehrimen'i sınırlaması için teşvik ederler. Yüce tanrı harekete geçip Ehrimen'i durdurur ve onu kendi deliğine, yani Dünya'yı bir taraftan diğerine deldiği dipsiz kuyunun tam ortasında hapseder. Burası daha sonra Zerdüşt inancının cehennemi olacaktır.
Fakat, bu Ehrimen'i durdurmaya yetmez. Ahura Mazda'nın ikinci insan neslinin başlangıcı olan Maşye ve Maşyane'ye musallat olur. Onlara günahların en kötüsüyle gelir; kulaklarına bir yalan fısıldar. Dünya'yı Ahura Mazda değil, Ehrimen'in yarattığını söyler. Sonra onları bu dünyanın güzelliği için bir öküzü kurban etmeye teşvik eder. Hindu inancına benzer şekilde; öküzün kutsallığına inanılmasına rağmen, bu insanlar öküzü kurban edip ilk günahı işlerler.
Ahura Mazda hayal kırıklığına uğrar, ilk insan çifti gözünden düşer. Fakat, zaman içinde onları affetmiş olacak ki, Dünya'da medeniyetin kurulup gelişmesini sağlayacak zanaat ve teknikleri onların öğrenmesini sağlar. Onlara avlanmayı, giyecek dikmeyi, yemek pişirmeyi, ağaç ve metali işlemeyi öğretir. Ama bunların en başında acı çekmek gelir. Tabi acıyı cehennem azabıyla karıştırmamak gerekir; o sonra gelecektir. İlk insanların çektiği acı gündelik işlerden gelen yorgunluktur, emeğin acısıdır. Bu ilk insanlar biraz da vahşidir ama cinsel dürtüleri yoktur. Ahura Mazda, onların ilişkiden kaçındığını görünce, birbirlerini arzulamalarını sağlar ve doğurganlığı bahşeder. Doğan çocukları zamanla ehlileşmiş, vahşilik ve günahlarından (görece) arınmış varlıklar olarak medeniyetimizin temelini atarlar. Mit burada sona erer.
Hıristiyanlık inancına benzer bir düşüş ve ilk günahla sonlanan bu mitte ona göre bir fark vardır; Zerdüşt inancında günah atalardan miras alınmaz. İnanan kişilerin içinde kötülük de yoktur. Bunu bize fısıldayan Ehrimen ve onun iblisleridir. Bizim görevimiz bu kötücül seslerden uzaklaşıp, Ahura Mazda'ya sarılmak ve düştüğümüz bu Dünya'yı olabildiğince iyileştirmektir.
Şimdi, başa dönüp bu yaratılış ve kötülükle ilgili miti başka bir şekilde okuyalım....
Hikayenin başında Dünya'ya Ehrimen'in düşüşünü, göğü parçalayışını ve Dünya'ya açtığı delikle beraber yaşamı nasıl yok ettiğini görüyoruz. Burada olan çok büyük ihtimalle bölgesel bir felaketle sonuçlanmış bir meteor çarpmasıdır. Benzer mitlerin Ortadoğu dışında pek revaçta olmadığını düşünerek, büyük olasılıkla Neolitik Çağda o bölgeye büyük bir meteor çarpmış veya meteorun çarptığı yerden kaçan insanlar Ortadoğuya göç etmişti.
Tarih öncesi çağın insanının bilişsel ve entelektüel seviyesini düşünerek bu durumu anlamaya çalışmalıyız; şimdinin görüntü ve ses kirliliği olmayan, eşsiz bir doğal ortamda yaşıyordu. Bu ıssızlığın ortasında gökte bir süredir ışıldayan bir şeyin daha da büyüdüğünü ve sonunda atmosfere girdiğine şahit oldu. Bu devasa ateş topu ve kuyruğuna, görkemli cüssesine şaşkınlık, korku ve coşkuyla bakıyordu. Sonra bu göksel varlık çok uzak olmayan bir yerde toprağa çarptı. Ardından oluşan ışık patlaması izleyenlerin gözlerini kamaştırdı. Sonra ses ve çarpmanın yarattığı şok dalgası gelip, insanların etrafındaki her şeyi kökünden sarstı. Büyük bir korkuya kapılmış, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Düştüğü yerden göğe doğru eriyik kayalar fırlatan o devasa kütleden gözlerini alamıyorlardı. Sadece yeryüzü etkilenmemiş, gökyüzünde bulutlar dağılmış artan ısıyla öteler sarı, turuncu ve kırmızının bir çok tonuyla boyanmıştı. Ne anlam verebileceği, ne ifade edebileceği, ne de üstesinden gelebileceği bu muazzam olaya insanı hazırlayacak bir şey yoktu. Zaman durmuş, mekan yok olmuş ve o karşısındaki yıkımla eriyip gitmişti. Ama daha gösteri bitmemişti...
Yoğun deprem dalgaları etraflarındaki her şeyi yerinden etti. Isı dalgaları kavurdu, belki meteor denize düştüyse tsunamiler kıyıları dövmeye başladı. İlk birkaç haftanın korkunç şiddeti, yerini belki yıllar sürecek yokluk, kıtlık ve sürgüne bırakmıştı. Gökyüzü toza toprağa bulanmış, güneş ısısını kaybetmiş; bitmek bilmez bir kış başlamıştı. Yaşam yerinden oynamış, ışığın gücü yerini karanlığa bırakmıştı. Böyle bir sahneyi izlemiş, uzun bir süre de sonuçlarını deneyimlemiş insanlar, onların cennetini yıkan şeyin bilinçli bir varlık olması gerektiğini düşünmüş, kanıksamış ve ona bir isim vermişlerdi. O yıkımın, eziyetin, yokluğun ve karanlığın efendisiydi.
Mitin belli yerlerinde, Ehrimen'in yıkımı sonrası lav nehirlerinin ortaya çıkması ve insanların tarlaları ve evlerini yıkıp geçtiğini görüyoruz. Ayrıca, bu mit ve devamında gelen eserlere göre; Ehrimen, iblisleri ve onların yuvası cehennem, çok pis kokuyordu. Bunları, göktaşı sonrası veya başka bir zaman ve mekanda oluşan magmatik süreçlere bağlayabiliriz. Belki bu miti taşıyan insanlar, bir yanardağ patlaması ve onu takip eden lav akıntısını deneyimlemişti. Kötü kokunun da volkanik aktiviteye bağlı yoğun kükürtten kaynaklandığını düşünebiliriz. Bu görkemli ve devasa olaylar birleşip Ehrimen ve ona bağlı yıkım mitini oluşturmuş gibi görünüyor.
Bir de bunun üstüne, Ehrimen’in daha pasif olduğu mitin ikinci kısmına bakalım. Öncelikle yine karşımızda bir cennetten kovulma miti var. Fakat, burada farklı bir şey daha görünüyor; insanın fizyolojik gelişimine bağlı basamakları (yani yan gelip yatmaktan ölümüne çalışmaya kadara giden ekonomik süreci) mitin içinde okuyabiliyoruz. Ahura Mazda'nın gözünden düşen ilk insanlar, ekmek elden su gölden ortamını (zorunlu olarak) bırakıp kendi işlerini yapmak zorunda kalıyorlardı.
İlkel Dinler Tarihi serisinde, detaylı incelediğimiz saflığın kaybını burada da görebiliriz. Artık anneleri onları içten sevgileriyle sar(a)mıyor, haliyle kendi başlarının çaresine bakmaları gerekiyordu. İnsanoğlu azap da gerekti...Onlar, kas ve mental gelişimleri devam ederken çeşitli sanatları öğrenmeye başlamıştı, zorundaydı. Ama daha cinsel arzular ve buna bağlı dürtü ortada yoktu. Ergenliğe adımlarını atıp, hem kendilerini hem de karşı cinsi farklı bir açıdan görmeye başladıkları zaman da masumiyetlerini kaybettiler. Sonrası hepimize malum; onlar bütün günahları ve sevaplarıyla yetişkin birer insandı.
Kozmik bütünden uzak, doğadan bağımsız; yalnızdılar. Bilincin kahrolası farkındalığı altında; doğada bilinen düzenden ayrı; anlaşılmaz bir sürecin içinde; yapayalnızdılar.
Fizyolojik ve ruhsal gelişimin adımlarını içeren bu mit, Zerdüşt inancından çok öncesine dayanıyor gibi görünüyor. Olasılıkla düşünsel devinim ve evrimin bir sonucuna bakıyoruz. Yaratılışın kökeni ve devamında neden bu kadar kötü bir halde olduğumuza dair çeşitli düşünceler; herkesin rahatlıkla satın alabileceği bir sıraya girmiş ve yine hepimizin öznel deneyimlerine paralel bir şekilde yeniden üretilip paketlenmiş.
Bu mitin etrafında birleşen insanlığın Ahura Mazda ve onun yaratımına karşı minneti büyük olacaktır; onlara o güne kadar kalplerinde hissettikleri, deneyimleyip ifade edemedikleri kendi biricik varlıklarını, kolektif bir bakış açısıyla aktarmış ve sebepleri göstermişti. Zerdüşt inancı zaman içinde taraftar yitirse de bu yukarıda detaylarını aktardığımız mit, Sami dinler içinde kendine çok önemli bir yer edinecekti. Fakat, bu kadar kolay anlaşılır olmaktan çıkıp daha ağdalı bir dil, üslup ve senaryoyla aktarılacaktı.
Düşen melekleri, Enok'un kitabından başlayıp, Dante'nin İlahi Komedya'sı ve Milton'un Kayıp Cennet'inde takip edeceğiz. Sonra kendisine edebiyat başta olmak üzere sanat dallarının içinde ve savrulmuş mitlerde yer edinecek.
Peki bu kadar karmaşaya neden gerek vardı? Kötülüğü anlamak ve herkesin kabul edebileceği bir formata sokmak kolay değildir. Bu yüzden onların öznel deneyimlerine yakın mitler, insanları o dine çekmek için etkili olacaktır.
Her türlü yıkıma, acıya ve eziyete rağmen Sami dinlerinin bunu (büyük salgın ve aydınlanmaya kadar) nasıl başardığını, yazı dizimizin devamında inceleyeceğiz.
Saygılar
Comments