Merhaba,
Önceki yazımızda Sami dinlerinin şeytanıyla tanışmış, kötülüğün merkezine konan bu varlığın nasıl ortaya çıktığını analiz etmeye çalışmıştık. Onun varlığıyla insanlık biraz olsun rahatlayacak ve kendisini günahlarından arındıracaktı. Artık, dürtüsel kötülük kişinin seçimi değildi; şeytan veya iblisleri onun kulağına fısıldıyordu. Haliyle, suç işlemiş bu zavallı insancık aşkın bir varlığın kölesi oluyor, aslında hiç istemediği bir şeyi yapıyordu; tabi yersen. Bu konuyu yazı dizimiz boyunca sorgulamaya devam edeceğiz, ama önce şeytanın ortaya çıktığı dönemde ona eşlik eden ve kimliğini, yeteneklerini ve hikayesini zenginleştiren önemli bir eseri gözden geçirelim ve ordusunu nasıl kurduğuna bakalım.
Şeytanın dizaynında, din düşünürlerini önemli ölçüde etkileyen bir eser vardır; Enok'un Kitabı. M.Ö. 300 civarında yazımı başladığı düşünülen eserin son parçaları M.Ö. 100'de eklenmiş. Bu uzun zamana yayılan yazım, birden fazla din düşünürün hem yaşadıkları dönem, hem de öncesinden gelen fikir ve düşünceleri topladıkları özet bir eser olarak kabul edilir. Yazarlar, önce isyankar ve düşmüş meleklere odaklanmış ve bu yüce varlıkların mitini yazmıştı. Hikayeyi özetlersek; cennetten kovulan insanlık, Dünyanın vahşi doğasına uyum sağlamaya çalışırken bu melekler aralarına karışmış ve onlara bir çok ilim ve sanatı öğretmişlerdi. Bununla da kalmayıp insanlarla çiftleşmiş, dev çocukları olmuştu. Dünyanın bu yozlaşmış (!) halini gören dört büyük melek durumu tanrıya bildirmiş, o da insanlığı ve suç ortağı melekleri büyük bir tufanla cezalandırmıştı. Peygamber Enok, bütün bu olaya şahit olup yüce meleklerle beraber Dünyayı gezer. Düşen meleklerden temizlenen bu topraklarda insanların yaşadığı yeni düzeni, işleyişini ve temel kurallarını anlatır. Ayrıca insanlığa ahlak prensiplerini, bunlara uymayanları kıyamette nelerin beklediğini açıklar. Diğer Eski Ahit kitapları gibi onun için de tanrı korkusu esastır. Kıyamet günü geldiğinde günahkarlar cezalandırılacak, türlü türlü eziyete uğrayacaktır. İmana gelmeyenlerin başlarına gelecekleri savurur da savurur.
Eksi Ahit'in diğer kitaplarına benzer bir yol izleyen bu eserin, neden aralarına alınmadığı bir soru işaretidir. Kumran Yazmaları'na göre Yahudiler bu kitaptan haberdardır. Kimi düşünür fantastik içeriği çok fazla olduğu için bu kitabın dahil edilmediğini savunur. Fakat, Eski Ahit'te yapılacak kısa bir taramayla en az bunun kadar fantastik öğelere sahip birçok kısım görülebilir.
Asıl problem, tanrılarına bizim iyiliğimiz için isyan etmiş melekler olabilir. Cennetten kovulan insanlığın doğada eziyet görmesini (her ne kadar tanrı buna hükmetse de) istememiş, onlara bilim, teknik ve sanatta yardımcı olmuşlardı. Katkılarıyla medeniyet gelişmiş, insanlık refahını arttırmıştı. Eğer, bunu yapan melekler hikayenin sonunda cezalandırılıyorsa, tanrının insanlığa düşman olması gerekirdi. Eğer öyleyse, tanrı insanlığa neden eziyet ediyordu? Neden bir yerden sonra bu inattan vazgeçip önlerini açtı? İlk insan medeniyetini tufanla yıkıp melekleri de cezalandırdıktan sonra neden bir anda fikrini değiştirdi?
Olasılıkla bu sorular arasında sıkışan Yahudi düşünürleri Enok'un Kitabı'nı Eski Ahit'e dahil etmediler, edemediler. Yine de bu kitap elden ele dolaşmaya devam etti, günümüze kadar geldi. Her ne kadar Eski Ahit’e giremese de inanç sistemine etki eden önemli bir amacı vardı. Bunu anlamak için biraz daha geçmişe gidip, İlkel Dinler Tarihi - 9 (Sümerler-1) yazısında ele aldığımız bir mite bakmakta fayda var. Bu mit, bize İnanna'nın babası Enki'yle oturduğu şölende ondan alıp Uruk'a getirdiği zanaatları anlatıyordu;
"İtibarım gereği! Apsu'mun gereği! Kutsal İnanna'ya, kızıma, sunacağım Kimse engelleyemeden Ahşap Tekniklerini; Metal Tekniklerini; Yazı Tekniklerini; Döküm Tekniklerini; Deri Tekniklerini; Kumaş Tekniklerini; Mimarlık ve Sepetçilik Tekniklerini!"
Buradan da göreceğimiz gibi Mezopotamya'nın kadim dinsel düşüncelerinden birisi de, tanrıların kullarına bahşettiği yeteneklerdir. Yukarıdaki mitte Uruk'un nasıl İnanna sayesinde medeniyetin beşiği olduğu anlatılır. İlkel Dinler Tarihi - 21 (Ata Kültünün Evrimi-1) adlı yazıda gördüğümüz gibi Yahudilerin o bölgede siyasi veya ekonomik üstünlüğü olmadığı gibi, tanrılarının da bu konuda bir bildirimi yoktu. Ekonominin esas olduğu medeni toplumda, eğer Yahudi düşüncesi yükselmek istiyorsa bu açığın kapatılması gerekiyordu. İki yolu vardı, ya bu zanaat dağıtım işi sahiplenecek ya da cezalandırılacaktı. Görünen iki yol da denenmiş gibi.
Yahudilerin konuya yaklaşımında şunu görebiliriz; Enki, İnanna gibiler aslında Yehova'nın düşmüş melekleridir ve bu yüzden cezalandırılmışlardır. İnsanlık, kendilerine verilen bu yeteneklerin asıl yaratıcısını unutmamalı, ara kademeleri kendisine tanrı olarak görmemelidir. Onlar sadece aracıdır, yegane tapılacak varlığın elçileridir. Alon Alford, ilginç bir görüşle bu yeni panteon yapısını destekler. Erhan Altunay'ın anlatımından aktarıyorum;
Eski Ahit "Bereşit" sözcüğüyle başlamaktadır. Bu, İbrani alfabesinin ikinci harfi olan Bet'tir. Fakat, kutsal kitap bir ilkse, o zaman ilk harfle başlamalıydı; yani Alef ile. Alford aslında bunun böyle olduğunu ve sonradan değiştiğini söyler. Buna göre "başlangıçta" anlamına gelen bereşit sözcüğünde önce "ab" sözcüğü vardı ve ilk sözcük "ab-reşit" diye okunuyordu. Bunun anlamı "Başlangıcın Babası" demektir ve Tanrı'ya verilen bir sıfattır. Bu bağlamda Kutsal Kitap'ın ilk cümlesi, "Başlangıçta Tanrı yeri ve göğü yarattı" yerine, "Başlangıcın Babası yerin ve göğün Tanrılarını (Elohim) yarattı" şeklinde olmalıdır. Bu da aslında Elohim'in melekleri kastettiğinin kanıtıdır.
Her ne kadar açıklamanın diller bilgisi tarafını pek anlamasam da yukarıda aktardığım kadim tanrıların tasfiyesinin nasıl yapıldığına dair ciddi bir destek veriyor. Devam etmeden bir de melek kelimesinin kökenine bakalım. Melek kelimesinin, İbraniceden gelen "m-l-k" kökünden türediği düşünülür. Aynı kökten, "mülk", "malik" ve "melike" kelimeleri de türer. Mülk sahip olunan, malik ise buna hükmedendir; bilim, teknik ve sanat dallarına hükmederler. Melike ise buna sahip olabilmektir. İşte bu şekilde asıl tanrı Yehova, Mezopotamya dinlerinin tanrılarını sahiplenmiş, onları melekleri haline getirmişti. Peki yerinden edilen bu tanrılara tapılmaya devam edilirse ne olacaktı? Eh tabi ki onlara tapanlar cezalandırılmalıydı. Her ne kadar insanlığa iyilik etmiş de olsalar, tanrının yolundan sapmışlardı. Tufan sonrası açılan büyük bir ateş çukuruna hapsedilmişler ve bir daha gün yüzü göremeyeceklerdi. Bu konuyu çok sorgulayanı kıyamet gününde tonla azap ve işkence bekliyordu; haliyle uzatmadan kapatmakta fayda vardı.
Ehrimen'le ilk defa ciddi bir şekilde ele alındığını gördüğümüz düşen meteor; açtığı kraterdeki ateş ve yıkım gücü, Enok'un Kitabı'ndaki meleklerin de hazin sonuydu. Yehova, Mezopotamya panteonlarını basıp bu pagan tanrılarını alaşağı etmişti. Onları diriltip, tapımlarına devam etmek isteyenleri de aynı ateş çukuru bekliyordu. Buraya kadar güzel giden bu açılımın önemli sakıncaları vardı; tanrının melekleri kendisine bu şekilde isyan edebildiyse (ki insanlığın iyiliği içindi), tekrar yaşanma, iktidarını sarsma ihtimali yok muydu? Ayrıca, onun tekil varlığı başlangıçta aracıların arkasında mı kalmıştı? İşte bu gibi sorular, düşünce sistemini sarsabileceği için Enok, Eski Ahit'in dışında bırakılmıştı. Kutsalların arasına girememesine rağmen etkisini hiç kaybetmeyip şeytanın hikayesine savruldu. Kendisine yeni bir zemin sağlayıp günümüze kadar popülerliğini korudu; insanlık düşen melekleri ve onların habis doğasını çok tutmuştu. Yazı dizimizin ilerisinde onun bu sorulardan arındırılmış, iyileştirilip daha sanatsal bir kıvama ulaşmış versiyonuna, Kayıp Cennet'e bakacağız. Biz konumuza geri dönüp şeytanın kariyer basamaklarını nasıl tırmanıp zirveye oturduğunu toparlayalım.
Mezopotamya ve Antik Yunan'dan bu yana şeytanın oluşumuna bir özet verirsek;
1) Primat kökenli korkularımız yılan ve kartal birleşip ejderhayı oluşturmuş, yerde gökte rakibi kalmamıştı. O bizi ayartan, sinsice koynumuza giren, yıldırım gibi çarpıp bizi götürendi. Evrildiğimiz ataların kadim korkusuydu.
2) Ana kültünden evirilen İnanna/İştar şeytan fikrinin merkezine oturmuştu. Geometrik imajı Venüs'ün dönencesinden gelmişti. Kadın kimliği ve itibarı sökülüp atılmış; Lucifer adında bir erkeğe dönüşmüştü. Yılana dönüşüyordu. Önce kartal, sonra yılanın sürüngen doğasına daha uygun olan yarasa kanatları vardı. Artık, ana kültü yasaktı.
3) Diğer bütün Mezopotamya tanrıları panteonlarından kovulup, düşen melekler haline gelmiş, cehennem çukuruna yerleşmişti. Pagan dinleri yasaktı.
4) Ormanlarda çılgın ayinler düzenleyen Bakkhalar, cadılık düzlemine geçmiş; şeytanın Dünyadaki baş müritleri olmuştu. Doğa dinleri yasaktı.
5) Bunların başı Dionysos'a dokunmak pek kolay değildi. Onun yerine Satyrler ele alınmış, Pan başta olmak üzere bütün bu keçi-insan melezleri şeytanın temel görünümü haline gelmişti.
6) Tanrılarla iletişimimizi sağlayan ruhlar, birer iblise dönüşmüştü. Fikrin en güzeli buradaydı; kötülüğü kulağımıza fısıldayan bu hayaletler bizi her türlü rezilliğimizden aklayabiliyordu. Bir balona içimizdeki kötülükleri üfleyip evrene kozmik enerji olarak salıyorduk.
Evet, Şeytan yönetim koltuğuna nihayet oturdu. Artık, Ortaçağa girip o ve ordusunun bize nasıl musallat olduğunu okumaya hazırız. Gelecek yazıda Dante'nin cehennemine ineceğiz.
Saygılar
Comments