Merhaba,
Dalgıcımız eğitimlerini tamamladı. Su altını bol bol tecrübe etti. Kaliteli ekipmanlar edindi ve bunları kullanmaya alıştı. Peki bu haliyle bütün risklerden arındı mı? Hayır, çünkü kendisinden kurtulamadı. Bunu açıklamak için önce İslamın Altın Çağı serisinde paylaştığım bir Ömer Hayyam rubaisini aktarmak istiyorum;
Önce kendine gel, sonra meyhaneye; Kalender ol da gir kalenderhaneye. Bu yol kendini yenmişlerin yoludur; Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.
Her ne kadar ciddi bir eğitimden geçmiş olsa da, dalgıç kibir ve ahmaklıktan kurtulamazsa aşağıdaki gibi ciddi işler başına gelecektir.
Zorlu eğitimler sonucu Dive Master sertifikasını almış, 70 dalışı tamamlamıştım. Ayrıca, bu işe gönül verdiğim için paraya kıyıp kendime ait bir ekipman seti de yapmıştım. Kaliteli bir wet-suit takımı, BCD, regülatör seti ve iyi bir dalış bilgisayarı gibi dalışlarıma konfor getirecek her şeyim vardı. Hava tüketimim çok ciddi seviyede azalmış, yüzerliğim iyice hassaslaşmış, su altında başıma gelebilecek her türlü problemle başa çıkabilecek teknik yeterliliğe ve dinginliğe sahiptim. Beni ne durdurabilirdi ki? Tabi ki, ben. Aşağıda yüzleştiğim tehlikeleri göreceksiniz.
Dalgıcın belli bir derinlikte, özellikle 30 metreden aşağıda yüksek alkol alımı sonucu sarhoş olmasına benzer bir hale bürünmesidir. Hareketleri kontrolden çıkar, anksiyete ve/veya gülme başlar. Algısı kapanır, tepkileri yavaşlar ve ciddiyetini kaybeder. Derinlik sarhoşluğuna yakalanan dalgıcın birkaç metre yükselmesi ilginç bir şekilde problemi çözer. Ama dalgıç panikleyip yüzeye çıkmaya kalkarsa vurgun veya sığ su bayılmasıyla karşılaşabilir. O yüzden bunu yaşamamak en iyisidir. Genellikle uykusunu almamış, yorgun bir halde dalış yapanlarda ortaya çıkar.
2007 yılının sonbaharında bir Ayvalık dalışı organize etmiştik. İzmir'den sabah yola çıkacaktık, haliyle erken yatmamız gerekiyordu. Ama ben eğitim seviyeme güvenip, bir önceki akşam arkadaşlarımla dışarı çıktım. Geç saate kadar eğlendik, bayağı da içtik. Herhalde gece 3 gibi eve gelmiş, yatakta sızıp kalmıştım. Sabah 6'da kalkıp yola çıktım. Dalış ekibiyle buluşup Ayvalık yolunu tuttuk. Yolda da uyuyamadım, zaten çok bitkindim. Tekneye çıkıp, ekipmanlarımızı hazırladık. Dalış noktasına geldik, brifingi aldık ve suya atladık. Yorgun vücuduma temas eden soğuk su, biraz olsun kendime gelmemi sağlamıştı ama yeterli değildi. Dalışı başlatıp aşağı inmeye başladık. 20 metreyi geçtikten sonra vücudumda bir karıncalanma başladı. Özellikle bacaklarımda bir uyuşma hissi vardı. Buna kollarım da katıldı. Önemsemedim, yorgunluktandır, birazdan geçer dedim ama öyle olmadı. Bir anda aşağısı/yukarısı karıştı. Nefes almak zorlaştı ve paniklemeye başladım. Ne olduğuna anlam veremiyor, daha zor nefes alıyor, etrafımla bağım kopuyordu. İşte o an içimden bir çığlık yükseldi, "Boğuluyorsun, fırla çık!" diye. Tam sözüne uyacaktım ki, kapıldığım şeyin derinlik sarhoşluğunu fark ettim. İçimden yükselen sesi bastırıp derin derin nefes aldım ve birkaç metre yükseldim. Seviyemi koruyup, sadece nefesime odaklandım ve paniğimi durdurdum. Vücudumdaki uyuşma ve karıncalanma kesildi birden. Dalış buddy'im yaklaşıp iyi olup olmadığımı sordu. Olumlu cevapladım ve seviyemi koruyup dalışı bitirdim. İkinci dalışımız daha sığ bir seviyedeydi, başıma bir şey gelmedi. Aynı günün akşamı eve döndüğümde, üstümü başımı çıkarmadan 5 dakikalığına uzandığım kanepeden bir sonraki sabah kalktım. Tuzlu tuzlu ve bütün vücudum tutulmuş bir şekilde...
Dalış dünyasının korkulu rüyası vurgun, bir gaz embolizm rahatsızlığıdır. Özetle olay şu şekilde gerçekleşir; Dalgıcın su altında çektiği havayla gelen gazlar (çoğunlukla azot) kanda yüksek basınç altında sıvılaşır. Bu haliyle bulunduğu derinlikte bir problem yoktur ama yükselmeye başladığında sıvı durumdaki moleküller düşen basınçla beraber gaz haline geçer. Bu gaz formu ana damarlar için problem değildir ama kılcalları tıkayabilir. Tıkanan kılcal bir sinir hattına kan taşıyorsa dalgıcı felç edebilir. Akciğer gibi iç organlarda olursa nefes alma güçlüğü yaşar. Eklemlerde olursa bitmek bilmez ağrılarla mücadele eder. Bu örneklerini verdiğim rahatsızlıklar ömür boyu devam edebilir, hatta dalgıcı öldürebilir. Vurgun her derinlikte olabilir, çok derin dalışlar riski arttırır sadece. Her bir metrede bu riski yaşamadan kalabileceğiniz bir süre vardır. Eğer bunu aşarsanız, dalışın yükselme aşamasında belli derinliklerde belli sürelerde beklersiniz. Bu bekleyişler esnasında kanınızdaki sıvıdan gaz durumuna geçmiş ama hala basınç yüksek olduğu için çok büyümemiş baloncukları nefes verirken atmanız gerekir. Bu beklemelere lügatta "deko beklemesi" denir ve uyulmazsa dalgıcın tek şansı bir basınç tankında tedavi edilmesidir. Bunun için de çok hızlı hareket edilmelidir; en kısa sürede karaya çıkartılıp tankın bulunduğu hastaneye götürülmesi gerekir. Bu tankta çok uzun bir süre bekleyip, vücuttaki gaz baloncuklarının tekrar sıvı hale getirilip tıkanan damarın açılması, ve aynı deko beklemelerindeki gibi atılması hedeflenir. Çok zahmetli ve tehlikeli bir iştir.
2008 yılı yazıydı. Karaburun'da yoğun bir dalış günündeydik. Ben sualtı fotoğrafçılığına başlamış, kendimi geliştirebilmek için arka arkaya dalışa iniyordum. Dalış bilgisayarıma güveniyor, limitleri zorluyordum. Herhalde o gün yaptığım üçüncü dalıştı. (Amatör dalgıçlara 2'den fazlasına pek izin verilmez) Yaklaşık 20 metre civarında bir dalış olacaktı. Bir duvarın kenarından aşağı inmiştik. Bu duvar yaklaşık 50 metreye kadar gidiyordu. İşte bu derinlere baktığımda garip bir şey gözüme çarptı. Kum zemine tutunmuş, pembe bir şey vardı ve daha önce gördüğüm bir şeye benzemiyordu. Hemen iner çıkarım dedim kendime ve derinlere süzüldüm. Karşısına geçip kendimi konumladım ve aşağıdaki fotoyu çektim. Muhtemelen bir balığın yumurtaları ya da o bölgede nadir görünen bir sünger tipiydi.
Tabi bu kontrolsüz iniş benim bütün limitlerimi yedi bitirdi. Dalış bilgisayarım uyarı verip deko bekleme süresini hesaplamaya başladı. Önce 5 metrede 10 dk diyordu, ama yükselirken de kaybettiğim zamanla, 5 metreye geldiğimde artık 30 dakika bekleme istiyordu. Dalış ekip liderine durumu anlattım ve beni bırakmasını istedim. Onlar bota çıkarken, ben beş metrede bir kaya parçasının üstüne çöküp beklemeye başladım. Tüpümdeki hava ucu ucuna yetecekti, belki de yetmeyecekti. Dalış lideri, ekibi botta sağlama aldıktan sonra tekrar yanıma indi ve havama baktı, iyi olup olmadığımı kontrol etti. Sonra yukarıya çıktı ve ikinci botu çağırttı. Diğer bot gelince, dalış lideri tekrar yanıma indi ve bana bir dalış yazı tahtası gösterdi. İlk cümleyi pas geçiyorum, ağır bir küfür vardı. Devamında ekibi alıp kıyıya çıkacağını ama ikinci botta yine deneyimli bir arkadaşımızın beklediğini ve bana yedek bir tüp sarkıtacağını yazmıştı. Onaylayıp teşekkür ettim ve utançla başımı önüme eğip beklemeye başladım. Ekip kıyıya döndü, benim yanıma ikinci tüp indi ve bitmek bilmeyen bekleyiş çilesini çektim. Sürem dolunca bilgisayarımın izniyle yüzeye çıktım. Sıkıntı ve stres beni çok yormuştu. Kıyıya çıkınca beraber dalış yaptığım ekipten özür dileyip o günün programını erken bitirdim (halbuki 2-3 dalış daha yapacaktım!!!) ve kıyıda kaldım. Aklımda bir kaç soru vardı; Ya ikinci tekne olmasaydı, ya da yedek tüp gelmeseydi? Veya limit aşımım deko beklemesiyle çözülemeyecek seviyede olsaydı? Vurgunun dibine kadar gelmiştim...
Derinsuya serbest dalış yapan dalgıçların tehlikeli bir rahatsızlığıdır. Hiperventilasyon denen tehlikeli bir teknikle nefesini daha uzun süre tutan serbest dalgıçların başına gelir. Beyinin azalan oksijen miktarına bağlı uyarı mekanizmasını bastıran bu teknikle dalan dalgıcın gerçekten nefesi tükenebilir ve yüzeye çıkmadan bayılır. Sonucu, eğer etrafında birisi yoksa boğulmaya bağlı ölümdür. Tüplü dalış yapanların pek başına gelmez. Benim gibiler hariç.
2009 yılı yazında yine Ayvalık'tayız. Mutheşem kırmızı mercanlarına dalacağız. Süveyş kanalının açılması sonrası Ayvalık'a gelen bu mercanlar belli bölgelere yerleşmişler. Fakat bu harika canlıları görebilmek için açık denizde 20 metredeki bir topuğa inip, kenarından 45 metreye kadar inmeye devam etmemiz gerekiyor. Ancak ustaların (Hah, benden bahsediyorlar!) yapabileceği bu dalışların hediyesi ise aşağıdaki gibi bir mercanı görmektir.
Bu güzel kareleri çektikten sonra yavaş yavaş yükselme bölgesine geçtim. Bu sırada buddy'im cebinden bir salatalık çıkarttı! Ne yapıyor diye bakarken, regülatörünü ağzından çıkartıp salatalıktan kocaman bir ısırık aldı. O katır kutur yerken ben şaşkınlıkla izliyordum. Beni fark edip döndü ve salatalığını uzattı. En fazla ne olabilir ki diyerek salatalığı aldım ve ısırdım. Ağzımda bir süre çiğnedikten sonra sıra yutmaya gelince işler karıştı. O güne kadar kendimi dalıştayken asla bir şey yutmamaya alıştırmışım. Şimdi tam tersini yapmam gerekiyordu. Salatalığı ısırırken ağzıma giren suyla iş daha da zorlaştı. Yutkunduğum anda her şey birbirine girdi ve salatalık genzime kaçıp nefes borumu tıkadı. Yaklaşık 30 metredeydim, deko limitinde bir dalış yapıyorduk ve ciğerlerimde hava kalmamıştı. Buddy'im durumu anlayıp yaklaştı ama elinden bir şey gelmiyordu. Bütün gücümle nefes çekmeye çalışıyor, göğsüme vurup öksürüyordum ama nafile; bir türlü açılmıyordu. Artık nefesim tükenmişti, acilen yüzeye çıkmam gerekiyordu. Buddy'ime işaret edip yükselmeye başladım. Muhtemelen yüzeye çıkmadan bayılacaktım ve vurgun limitini de aşıyordum. Kendimi öldürmek için elimden geleni yapıyordum; ya boğulacak ya da vurgun yiyecektim. Ama usta olduğum için (!?) gayet sakindim ve akıbetimin farkında yükseliyordum. Her ne olduysa salatalık tıkadığı yerden çıktı, nefes yolum açıldı. Herhalde 25 metredeydim, hemen durdum ve derin derin nefes almaya başladım. Buddy'me iyi olduğumu işaret ettim ve yanına inip dalışa devam ettim. Kendime zarar vermenin yeni bir yolunu keşfetmenin mutluluğuyla dalışımı bitirdim.
Bu verdiğim örnekler durumu yeterince açıklıyordur umarım. Dalış gibi bir spor dalı çok zevklidir ama şakaya gelmez, kurallara uymazsanız hayatınız tehlikeye girer. Belki merak edeceksiniz bu işin sonu benim için nereye vardı; 2009'un ikinci yarısı itibariyle kurallara uyan, düzeni bozmayan, akıllı uslu bir dalgıç oldum. Ne telkinler, ne eğitimler bunu sağladı. Gerçek yüzüme çarptı; yakın bir arkadaşım vurgun yemişti. Bir akciğerinin yarısı çökmüştü. Bir daha dalamayacaktı, ama daha da kötüsü hiçbir eforlu sporu yapamayacaktı. Bunu onunla konuşurken Karaburun İskele'de deniz kıyısındaydık. Ara ara denize daldığını görüyordum. Ondan uzakta kalmıştı, genç yaşta hayatının önemli bir kısmını söndürmüştü. Çok üzgündü, o kadar belliydi ki. İşte bu sahneyle beraber üzerimdeki çiğliği atıp kendime geldim. Kibirin ve ahmaklığın beni nereye sürükleyeceğini anlayıp doğru yola geçtim ve bir daha da sapmadım.
Hayatımda iki defa akışa geçtim. Bunların üçü de denizle ilgiliydi. Böyle bir duyguyu bir çok insan hayatı boyunca bir defa bile yaşamıyor. Ama ben, bana bunu hediye eden denize ihanet etmeyecektim...
Bir sonraki yazıda sualtı dünyasına girip, muhteşem bir yolculuğa çıkıyoruz.
Sevgiler
Comments