top of page

Totaliter Ütopyalar - 10 (Çin'de Uzun Gece Yürüyüşü-2)

Merhaba,


Bir önceki yazıda girişini yaptığımız Büyük İleri Sıçrama’nın sonuçlarıyla devam ediyoruz. Bu atılımların hepsi felaketle sonuçlandı; yakın ekim sonu temas eden filizler birbirini çürüttü, yoğun ve derin toprak kazımı ve aşırı su kullanımı tuzluluğu arttırdı; rekolteler dibi gördü. Bu gidişatı göremeyen yönetim, 58 mahsulünün yüksekliğinin kalıcı olacağını düşünerek bir de ekilebilir arazide ve tarım işçiliğinde önemli kesintiler yaptı. Zaten, kötü bir sonra doğru devam eden yürüyüşün önünde karanlık bir uçurum vardı artık.


Bir tarafta insanoğlu uzaya çıkarken, topraklarını 30 bin km demiryoluyla, radyo ve telefon ağıyla donatmış bir ülkede sosyalistler sayesinde Dünya tarihinde görülmüş en büyük açlık yaşandı. Kentlerde yaşayanlar, yolların kenarında biten otları, ağaç kabuklarını ve yapraklarını; köylerini terk etmiş milyonlar erzak kervanlarını yağmalamaya çalışarak, kırsalda yakalayabildikleri son hayvanları tüylerine kadar tüketerek bu gelmiş geçmiş en büyük sefaletle başa çıkmaya çalışıyorlardı.


Olayın ulaştığı son boyuta farklı kaynaklarda rastlamış olmama rağmen inan(a)mıyorum, ama aramızda kendisine sosyalist diyenlerin ve olmaya meyil edenlerin bir kez daha okuması için buraya koyuyorum; köylüler açlık sınırını geçince yamyamlığa başladılar ve bunun için geriye kalan çocuklardı. Tabi ki, kendi çocuklarını yemediler, sosyalizm bile bu mertebeye ulaşamadı. Fakat, köylerin arasındaki mezralarda; inanılmaz bir şekilde, birçok görgü tanığına göre; köylüler çocuklarını değişiyordu. Başka bir köyden gelen, tanımadığınız bir çocuğa duyacağınız empati ve sempatiyi açlık bastırıyor; ahlaki kaidelerin hepsi hiçe sayılıp; gücümüz kuvvetimiz olursa ileride yine yaparız diye kendilerini teselli edip, bu masum varlıkları öldürüp yiyorlardı. Tekrarlıyorum, buna inanmak istemiyorum, şahitlerin beyanlarını kabul edemiyorum; ama hepinizi (ben dahil) şu gerçekle baş başa bırakıyorum; açlığın dibine indiğiniz zaman nelere kadirsinizdir? O muhteşem, görkemli öğretiniz sizi içinizde büyüyen ve leş gibi kokan ölüme karşı koruyabilir mi? "O sosyalizm, bizim sosyalizmimiz değildi" gibi iki yüzlü yaklaşımları kabul etmiyorum. "Politbüronun olmadığı bir sosyalizm" gibi ucuz fikirleri de kabul etmiyorum. Karşı görüştekileri, o mezralarda çocukların değişildiği ruhların keder ve hüzün dolu derinlerinde bekliyorum...


Tabi, Çin devleti asla resmi sayıları vermedi ama SSCB'deki gibi ölüm oranlarını takip edersek; 1959 - 1961 aralığında ortalamalar %1.1'den %2'lere sıçradı. Doğum oranları da %3.3'den %1.8'e geriledi. Hadi, doğumları saymayalım; sadece ölüm oranlarındaki değişime bakarsak açlığın etkisini 20 ila 40 milyon arasında bir yere ortalayabiliriz. Sayıları masanın üstüne koyunca, biz rasyonelliğe, mantığa ve bilimselliğe inananlar için tartışacak pek bir şey kalmıyor. Diğer bir facia ise bu kadar fedakarlığa rağmen bu yıllar arasında Çin ekonomisi ve ihracatında gözle görülür bir değişimin olmaması. Ekonomistler bu deneyin uzun vadede Çin'de sınai anlamda önemli bir uyanışı sağladığını düşünüyor, fakat kimse sevinmesin; bu uyanış için 20-40 milyon arası insanın feda edilmesi, hele hele yukarıda örneğini verdiğimiz gibi apokaliptik travmalara maruz kalmalarını sevimli bir şekilde açıklayacak hiçbir şey yok. Neyse, burada keselim, daha finalde değiliz; dibi başka bir coğrafyada göreceğiz.


Mao ve ekibi, Büyük İleri Sıçrayış'la duvara çarpınca iktidarlarını kurtarabilmek için yeni bir düşman prototipini dizayn etmeye karar verdiler. Bu yeni düşman onlar için (gerçekten) tehlikeliydi; şu ana kadar yapılanları eleştirebilecek güçte bir kesimdi; yanlış gideni ortaya koyabilirdi; "tamam bu sıçrama olmadı, ama şimdi özeleştiri yapıyoruz" gibi saçmalıkları kabul etmeyip, olan biteni hem pozitif hem de sosyal bilimler çerçevesinde ele alabilecek bir kesimdi. Çok basitti onları tanımlamak; onlar "aydın"lardı. ÇKP direk entelektüel kesime cephe almadı, ama alınabilmesi için "yeni insan" dediği prototipi tanımladı. Eğer birisi rejime karşı duruyorsa, o bu yeni "kültür"e karşıydı. Haliyle toplumda bir Kültür Devrimi yapılmalıydı. Klasik karşı-devrim mensubu kişiler tutuklanıp hapse gönderildiğinde; onları, daha önce Bolşevikler veya Doğu Avrupa sosyalistlerinde gördüğümüz bir "eğitim" programı bekliyordu. Jean Pasqualini, bu programın detaylarını Pierre Rigoulot aracılığıyla aktarıyor;


Dersler son derece katı kuralları olan bir ayin gibi sürerdi; bu sırada yürümek, ayağa kalkmak (oturuş durumunu değiştirmek için bile izin almak gerekirdi), gevezelik etmek... ve özellikle günlük çalışma çok yorucu geçmişse sürekli meyledilen bir fiil olarak yatmak kesinlikle yasaktı. Katolik eğitim alarak yetişen Pasqualini, Marksist-Leninizm'de tefekkür, günah çıkartma ve pişmanlık gibi uygulamaları görerek hayrete düşmüştü; bu eylemlerin tek farkı kolektif olarak ve herkesin önünde yapılmasıydı. Amaç insan ile Tanrı arasındaki bağı yeniden kurmak değil, bireyi tümüyle partiye tabi kılınmış bir kitlenin içinde eritmekti.


Tabi ikincil bir kaynaktan alıntılamam, olayı sulandırma hakkı doğurabilir; ama gerçeği yadsıyamaz. Pasqualini, anılarının devamında beyin yıkama operasyonunun en güçlü aracından bahseder; gıda silahı. Eğer, yeterince eğitildiğinizi gösterirseniz, tayınınız artardı. Eğer olmuyorsa, önünüze atılan mısır lapası, pirinç ekmeği ve tam pişmemiş sebzeyi uzun uzun çiğnemelisiniz ki sindirebilesiniz. Neyse, bırakalım bu minik burjuva özentilerini; biz yine sayılara dönerek açıklamaya çalışalım olan biteni. Kültür devrimi denen bu dönem boyunca ölüm görece düşüktü; bu sevindirici haber. Daha önce gördüğümüz toprak devrimi ve sıçramaya bağlı astronomik kayıpların yanında önemsiz görülebilirdi. Ama yine de önemlidir; bir tek insan bile olsa...


Tarihçilerin anlaştığını minimum miktar 400 bin ila 1 milyon arasındadır. Bazıları bunu üç milyona kadar çıkartır. Nihayetinde, 1966-76 arasında katledilen insanlarla beraber geriye kalanlarda içselleşen korku, travmalar ve sebep olduğu nevrozların bitmeyen geceyi ne kadar sürdürdüğünü kimse hesaplayamaz. Sayılar ve genellemeler yeterli görülmeyebilir. Biraz da özele inip, kültür devriminin gündelik hayata müdahalesi üstünde konuşmakta fayda var. Yine Rigoulot aracılığıyla aşağıdaki kısmı aktarıyorum;


Çeşitli inançlar çok taciz edilmiştir: Wutai tepelerindeki ünlü Budist tapınak kompleksindeki rahiplerin dağıtılması, eski el yazmalarının yakılması, 60 tapınağın kısmen yakılması; Sincan'da Uygurların Kuranlarının yakılması, Çin yeni yılının kutlanmasını yasaklanması gibi... Eski bir Çin geleneği olan yabancı düşmanlığı son raddesine vardı: bazı mezarlıklarda "emperyalist" lahitlerin altüst edilmesi, hemen hemen tüm Hıristiyan ayinlerin yasaklanması...

Kızıl Muhafızlar, bu acınacak derece ciddi çocuklar, "devrimci enerjiyi azaltma" diye adlandırılan kedi, kuş beslemeyi ve çiçek yetiştirmeyi (bahçeye çiçek ekmek, böylece karşı-devrimcilik oluyordu) yasaklamayı uygun gördüler.


Şanghay'da devriyeler uzun ya da briyantinli saçları sorgusuz sualsiz kırpıyor, dar pantolonları parçalıyor, yüksek ökçeleri söküyor, sivri uçlu ayakkabıları deliyor ve dükkanları uygun adlar yazmaya zorluyordu... Kızıl Muhafızlar, yoldan geçenleri, kendi seçtikleri Mao'nun deyişlerinden birini ezbere okutturmak için durduruyordu. İnsanların çoğu evden çıkmayı göze alamıyordu.


Final muhteşem;


Başbakan, kırmızı ışığın "ilerleyin" anlamına gelmesini önlemek için müdahale etmek zorunda kaldı.


Eğer Nazileri, İslam (sözde) Cumhuriyetlerini ve diğer sağ faşist ve dinci iktidarlara bakarsak; çok benzer uygulamalarla karşılaşırız. Bu da bir defa daha, sağ sol farketmez, faşist ve sosyalistlerin benzer yollardan halka zulüm ettiğini gösterecektir.


Mao'nun ölümüyle beraber, bu uzun gece yürüyüşü yavaşladı ve nihayet sona erdi. Ama, sanki bayrağı devir alırmış gibi başka bir sosyalist lider ortaya çıktı. Gelecek bölümde inanılmaz cinayetlerin ülkesi Kamboçya'ya gidiyoruz.


Saygılar


Comments


bottom of page