Harezm'in işgaliyle başlayıp, Bağdat'ın alınmasıyla doruğa ulaşan Moğol akınları, Müslüman toplumları tarihindeki en büyük yıkımdı. Bu akınlara maruz kalan devletler askeri, siyasi, dini ve ekonomik gücü kaybettiler. Ortadoğu'nun Altın Çağı sona ermiş, kaleleri yıkılmış, halkın en az yüzde onu yok edilirken, geriye kalanlar bu korkunç travmayla baş etmek zorunda kalmıştı. Moğollar hiç kimseye bu kadar zulüm etmemişti. (*)
Milyonlarca insan ölmüş, geriye kalanlar ya köleleştirilmiş, ya da yağmalanmış şehirlerinde, moloz yığınları arasında yaşam mücadelesi vermişti. O güne kadar inandıkları her şey yıkılmıştı. Zamanına göre modernize toplum ve teknik altyapı hiçbir işe yaramamış, akıncılar her geldiğinde kazanmıştı. Yenilgiyle beraber çaresizlik, açlık, yetersizlik ve umutsuzluk bütün toplumun üstüne çökmüş, onları karanlığa mahkum etmişti. İslami inançtaki günah-ceza ilişkisini çok iyi kullanan Cengiz Han, bu yıkımın aslında kendi günahlarının sonucu olduğuna onları ikna etmişti. (**)
Olaylara şahit de olan, Müslüman kökenli tarihçilerden birkaç alıntı paylaşıyorum;
Mustevfi-yi Kazvini
"Dünya eğer bin yıl hiç zarar görmeden kalsa, yine de Moğol istilasının zararlarını telafi etmek ve vaziyeti eski haline getirmek mümkün olmayacaktır."
İbnu'l Esir
"Tatarların, diğer adıyla Moğolların İslam diyarına girişleri hadisesini kaleme almaktan yıllarca çekinip durdum. Bu olayları kaydetmeyi hiç de istemiyordum. Bazen bunu yazmanın gereğine inanıyor, bir adım ileri atarken iki adım geri atıp vazgeçiyordum. İslam'ın ve Müslümanların ölüm haberini ve başlarına gelen bu büyük felaketi yazmak kimin kolayına gidebilir? Kim bu büyük felaketin yazılmasını ve anlatılmasını kolay görebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim! Adım ve sanım unutulsaydı da bu olayla karşılaşmasaydım, böyle bir olayı yaşamasaydım!
Yakın dostlarımdan bazıları sürekli olarak Moğolların İslam diyarını istilasını yazmam hususunda bana ısrar edip duruyor ve beni teşvik ediyorlar, ben ise bu büyük felaketi kaleme almaktan sürekli çekinip duruyordum; fakat sonunda böyle mühim bir tarihi olayı yazmamanın da bir fayda sağlamayacağını kabul ettim. Bu büyük ve dehşet verici olay, muazzam musibet, gün ve gecelerimizi kararttı, hayatımızı perişan etti, bölgede yaşayan bütün insanları ve özellikle Müslümanları kökünden kazıdı. Şayet birisi çıkar da 'Cenab-ı Allah'ın Hz. Adem'i yarattığı günden bugüne kadar bu büyük felaketin benzeri görülmüş ve yaşanmış değildir' derse mutlaka doğruyu söylemiş olacaktır. Moğol istilası felaketini yazan tarihçiler bu olayı bütün dehşetiyle ne kadar anlatıp dursalar, yine de kıyısından kenarından geçmemişlerdir diyebilirim...
Dünyanın sonlarına doğru zuhur edecek olan Deccal, kendisine tabi olan insanlara dokunmayacak, fakat kendisine muhalefet edenleri ise yok edecektir. Ama Moğollar yeryüzünde hiç kimseyi sağ bırakmadılar. Kadınları, erkekleri, küçük yaştaki çocukları toptan katliama uğrattılar; hatta hamile kadınların karınlarını deşerek taşıdıkları ceninleri bile öldürdüler."
İşgali yaşayan insanların acısı çok net görülüyor. Psikolojileri dağılmış, korkunç bir travmanın içinde kıvranıyorlar.
Moğollar, işe yarayacağını düşündükleri her şeyi yağmaladı; geriye kalanı yaktı, yıktı. Yetiştikleri Asya bozkırlarında, yiyecek namına tek önem verdikleri (ya da zorunda kaldıkları) şey küçük ve büyük baş hayvanlardı. Bu hayvanların otlatıldığı geniş arazilerinin olması yeterliydi. Bu yüzden, işgal ettikleri bölgelerdeki tarım sistemlerine hiç dikkat etmediler. Hem Horasan, hem Mezopotamya'daki kadim gelenekleri hiçe saydılar. Tarım bölgelerinin ve şehirlerin yaşayabilmesi için inşaa edilen binlerce yıllık su bendleri ve barajları yıktılar. Bölge halkının elinde kalan tek kaynağı yok ettiler. Belki de bunu bilerek yapıp, kalanların açlıktan ölmesini istediler. Ayrıca, işgaller boyunca orduların kış ayları boyunca egzersiz yapabilmesi için, büyük av partileri düzenlediler. Bir ülke büyüklüğünde araziye, yüzbinlerce atlı süvari yayılıp, kış ayları boyunca avlandılar. Bununla, hem bölgedeki hayvan neslini tükettiler, hem de saklanan insanları yakalayıp öldürdüler. Tabiri yerindeyse Orta Asya'da nefes alan varlık bırakmadılar.
O güne kadar yükselen değerler birer birer yıkılmıştı. İslamın Altın Çağı'nda değindiğimiz bilgeler ve onların takipçileri, Moğolların nezdinde işe yaramaz oldukları için ya öldürüldüler, ya da sürüldüler. Sanatçılar da aynı kaderi yaşadı ve eserleri birer birer kayboldu. Artık kimse bilime, sanata, mühendisliğe inanmıyor, eğer biraz başlarını kaldırırlarsa, cehennem ordularının üstlerine tekrar çullanacağını düşünüyorlardı.
Moğollar bu toprakları terk ettikten sonra da bu değişmedi. Ciddi ölçüde tahribata uğramış bu medeniyetler bir daha yükselemedi. Pozitif bilim ve sanatın kaybolduğu toplum, içine kapandı ve tasavvuf yükselmeye başladı. (***) Kişiler akıl yolundan uzaklaştıkça, varlıklarında doğan eksikleri mistik düşünceler, buna bağlı dergahlar, içine kapalı (belki gizli) örgütler almaya başladı. Tasavvuf her ne kadar bir hakikat yolculuğu olsa da, yüksek ahlakı öğütlese de yolundan saptırılıp iktidar hırsına alet edildi. Bu korku hükmünden nemalanan, insanların basit duygu ve arzularını dibine kadar sömürenler çoğaldı, daha fazla din bezirganı ortaya çıktı. Okumak, araştırmak, tartışmak yoktu; bunlar hep eski günlerin yanlışlarıydı. Artık, rüyalarında ermişleriyle konuşan şeyhler ve onların müridleri vardı. Zamanının en büyük üniversiteleri kapanmış; medreselerin dipsiz kuyularında, sadece önündekini hatmeden, beyni uyuşmuş yeni bir "aydın" kesim doğmuştu. Liyakatın, üretimin, rasyonelliğin reddedildiği; korkunun, hurafelerin, ruhani safsataların hükmettiği bir düzen kurulmuştu. (4*)
Aydınlık sönmüş, kötülük bu topraklarda yükselmeye başlamıştı.
Sevgiler
(*) => Cengiz Han'ın hazırladığı Yasa'da bir madde vardır. Bir hayvanı öldürmek için boynunu kesip kanını akıtmak kesinlikle yasaktır. Bunun yerine göğsü yarılıp, elle kalbi çıkartılmalıdır. Bu ürpertici madde, aslında İslami kesim usulüne bir yasak getirmiştir. Genel olarak dini toleransı yüksek Moğollar, İslami kökenli her şeyden nefret etmişti.
(**) => Aynı fikir Hıristiyanlar arasında da geçerliydi. Rus prensliklerinin işgali sonrası, o dönemle ilgili yazan tarihçiler, bu belanın kendi günahları yüzünden başlarına geldiğini yazıyorlardı.
(***) => Tasavvufa dönüşe, İslami kökenli düşünürlerin felsefe yolculuğunda derinlemesine döneceğiz.
(4*) => Burada çok önemli bir örneği paylaşmadan geçemiyorum. Kelamcılar arasında en yüksek mertebede gösterilen Gazali'nin Filozofların Tutarsızlığı adlı eserinde bahsettiği Allah'ın Rızası konusu. Ona göre, ateşe verilen bir pamuğun yanması sadece tanrının rızası sonucudur. Eğer, pamuğun yanmasını istemezse yanmaz. Pamuğun her seferinde yanması, Tanrının alışkanlıklarının sonucudur, her seferinde müdahale eder. Diğer bir örnek ise; evde bıraktığımız bir kitabın, geriye döndüğümüzde hala kitap olarak durması, yine Tanrının kararıdır. Geriye geldiğimizde onu bir insana yada hayvana dönüşmüş olarak görebiliriz. Bunun olmaması, mantıksız olmasından dolayı değil, yine Tanrı rızasıdır.
Comments