Bir önceki yazıda, tedaviye ve nerede yapılacağına karar vermiştik. Kemoterapiye geçmeden önce, biraz da yaptığımız hazırlıklardan bahsedeyim.
Kemoterapinin vücut üstündeki yıkıcı etkilerini web’den öğrenmeye başlamıştık. Herkesin bildiği aşırı yorgunluk, kusma ve saç dökülmesi (ki bu ilacına göre oluyor), bağışıklık sisteminin çökmesi, tat hissinin kaybı, burnun hassaslaşıp normalde almadığımız kokuları alabilmesi, mental yetersizlik, konsantrasyon eksikliği gibi bir çok farklı etkisi olduğunu öğrendik. Bir de bittikten sonra başlayan genel efor kaybı, sinir ucu uyuşması, diş eti kanamaları, saç dökülmesinin bölgesel devam etmesi, uzun dönem konsatrasyon kaybı ve unutkanlık gibi yine bir çok etki sayılabilir.
Bu etkilerin bir kısmı çok kolay açıklanabiliyor. Kemoterapi ilaçları aslında birer zehir topudur. Normal hücre zarlarından geçemez ya da öldürücü oranda sızamazlar. Fakat, kanser hücreleri kontrolsüz ve hızlı bölündükleri için, hücre duvarının sağlamlaşmasına zaman kalmaz. Bu esnada kemoterapi ilaçları verilirse kan yoluyla bu hücrelere sızıp, onları içeriden çökertirler. Fakat bundan sadece kanser hücreleri etkilenmez, çünkü vücudumuzda üç yerde daha çeperleri sağlam olmayan hücreler vardır; kemik iliğinde üretilen kırmızı ve beyaz hücre grubu, mide çeperindeki hücreler (mide asidiyle boğuştukları için sürekli yenileniyorlar herhalde) ve saç diplerindeki hücreler. Zehir bunlara da işler ve böylece ciddi efor kaybı, bağışıklığın çökmesi, kusma ve saç dökülmesi gelir.
Saç dökülmesinin etkisi psikolojiktir, üstesinden gerekirse perukla gelinebilir. Benim aklıma farklı bir fikir gelmişti. Dökülme sonrası geçici dövme yaptırmayı düşündüm başıma. Doktorum ne olur ne olmaz, enfeksiyon kapabileceğimi düşünüp kabul etmedi ne yazık ki.
Bunun dışındakilerin etkisi ise yıkıcıdır. Özellikle bağışıklığın çökmesi, ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bir çok hikaye duymuştuk, hatta tartışmalar vardı; Acaba, terminal aşamadakileri kanser mi, yoksa bağışıklığın basit enfeksiyonlara bile cevap veremeyecek duruma gelmesi mi, yani kemoterapinin kendisi mi pes ettiriyordu. Kusmayla beraber, bağışıklığı desteklemenin de önü kapatıldığı için bir kısır döngü başlayabilirdi. Bu yüzden önceliği beslenmeye verip bir diyetisyenden randevu aldık.
Diyetisyenimiz, kemoterapiye karşı koruyucu bir diyet olmadığını ama bize destekleyebilecek bir sistem kurabileceğini söyleyerek bir beslenme yapısı kurdu. Önerilerini madde madde sıralıyorum;
Bundan sonra yemeklerde ısı toleransı yüksek olan yağlar kullanılacak yada suda pişirme yapıp, yağ sonradan eklenecek. Fındık yağı pişirme için en iyisi olarak görülüyor. Tat katmak istiyorsak, sonradan zeytinyağı veya tereyağı yemeğe katılabilir.
Vücudun gücünü koruyabilmek ya da önden depolayabilmek için yoğun protein alımı olmalı. Fakat bunun için mangal ya da kızartma düşünülmeyecek. Fırın, haşlama ve buğulama yemekleri yapılacak. Sebzeli et yemekleri, bol bol balık (ama dip yada açık deniz balıklarına yerine ömrü kısa sığ su balıkları), tavuk suyuna çorbalar vs vs...
Her gün bir yumurta. Pek sevmem, ama Gamze binbir denemeyle yiyebileceğim bir versiyonu tasarladı. Her sabah bundan yedim.
Sebze sebze sebze. Bir çok vitamin, mineral ve besleyici ne varsa buradan alınacak. İkiye bölelim;
Taze yenenler, mutlaka sirkeli sudan geçirilecek. Enfeksiyon ihtimaline karşı.
Pişirilenler için, organik ve taze ürünler bulunup kullanılacak. (İpek Hanımın Çiftliği’nin çok çok faydasını gördük biz)
Meyvelerden greyfurt ve nar hariç hepsi tüketilebilir. Bu iki meyveyle ilgili çalışmalar, kemoterapiyi engelleyebildiğini göstermiş. Meyveler de sirkeli sudan geçirilecek mutlaka, yine enfeksiyon riskine karşı.
Hamur işleri, şeker ve un, tamamen diyetten çıkacak. Ek olarak, kızartma ve fast food’dan zombi görmüş gibi kaçacağız. Kola gibi, acayip ve gereksiz şeyleri kapsam dışına alacağız. Kahveyle ilgili bir engel yok ama minimumda tutulacak, ne olur ne olmaz.
Günlük öğün sayısı 5’te tutulacak. Eğer kusma hissi başlarsa, mevcut yemek hemen iptal edilip, yenisi sürülecek. (Bu yüzden evde en az 3-4 çeşit yemek oluyor, en az bir anne yeni bir şey yapmak için elde kepçe hazır bekliyordu) Hiçbir şey yiyemeyecek duruma gelirsem, yoğun besleyici sıvılara dönülecek.
Her gün mutlaka taze ceviz, badem ya da fındık yenecek. (Çiğ, kavrulmamış)
Gamze ve şirketteki arkadaşları, İpek Hanımın Çiftliğinden gelenlere bakıyorlar. Mahalle fırınını tekrar keşfetmeden önce, ekmeği bile oradan getirtiyorduk. Ayrıca, besleyici her türlü tahılı da. Bunlardan haşlayıp, zeytinyağlı salatalar yapıyorlardı bana.
Bu diyetin üstüne, iki kaynaktan daha ekler geldi. Birisi tedaviyi gördüğüm hastanedeki onkoloji bölümü baş hemşiresi.
Her yemekten en az bir saat önce mutlaka kusmaya karşı önleyici ilaçlar içilecek.
Her yemekten sonra, ağızda yara oluşumlarını önlemek için mutlaka karbonatlı suyla gargara yapılacak.
Diş fırçalamak önemli. Vücudun tarihindeki en güçsüz düştüğü dönem olduğu için çürüme riski var. (Ki ömrümde çürük görmeyen ben, tedavi sonrasında iki tane minik dolgu yaptırdım) Çocuk fırçası ve macunu kullanılacak.
Ayrıca, Amerika’dan getirttiğimiz kitaplardan gelen eklerimiz var;
Süt ürünlerini kesiyoruz, çünkü araştırmalar göre kalsiyum, D vitamini emilimini azaltabiliyor. Net bir ispat yok, ama D vitaminin varlığı kanserle savaşta çok önemli olabilir. Bunun yerine soya sütünü koyuyoruz.
Protein odağına ek olarak tam tahılları ve taneli sebzeleri ekliyoruz. Bol besin...
Tabi bunlar için bir atak timi kuruldu. Gamze, tedarik zincirini yönetti. İpek Hanımın Çiftliği, organik konusunda başrolü oynadı. Ayrıca, arkadaşlar vasıtasıyla gezen tavuk ve onların nefis yumurtalarına ulaştık. Et için önce kasap bulalım dedik, sonra riske atmayalım Migros’un etleri güzel deyip, sürekli oradan aldık. Oturduğumuz mahalledeki fırının ürünleri güzeldi, tahıllı ekmeklerimiz oradan geldi. İpek Hanım’dan gelmeyen sebzeler için bir manavla anlaştık durumu anlatıp. O da bize hep, en tazeleri ayırdı. Kayınpederim, Kemeraltı esnafından baharat ve kuruyemişleri topladı. Son olarak, evimizin karşısında AVM var. Oradaki Starbucks’ta çalışan arkadaşlar, bana neredeyse her gittiğimde kahve ısmarladılar. :)
Kızlar, sebze ayıklıyorlar bir sonraki gün için. Bende muhabbeti terörize ediyorum. :-)
Misafirlerimiz hep yemeğin ucundan tuttular bu dönem boyunca.
Yemek nöbeti üçe bölündü, Gamze, annem ve kayınvalidem dönüşümlü çalıştılar. Hafta içlerini annem ve kayınvalidem paylaşıp evi toparladılar, yemekleri yaptılar. Haftasonu sarışın, idareyi elinde tuttu. Doktorlarım, arada bir şarap içmeme izin verdiler. Abartma dediler, ama anlayın artık, kendimi ne zaman iyi hissetsem, açtık bir şişeyi. :) Gırtlak kanseri olan bir doktorun yazısında, sebzeleri haşlamak yerine buharla pişirmenin faydasını okuduk. Haşlama esnasında, sebzenin besleyiciliği suya kaçabiliyor ve bu yüzden tavsiye etmiyordu. Kendi tedavisi için de bol bol brüksel lahanası ve brokoli tüketmiş, şiddetle tavsiye ediyordu. Annemde atıl duran bir buharlı pişirme makinesi vardı. Onu alıp, sebzelerle başladık, sonra balığa geçtik. Bir baktık, mutfağımızın vazgeçilmezi olmuş. Düşünüldüğü gibi değil, pişenler gayet lezzetli de oluyor, tavsiye ederim... Balık öncelikliydi, ama iyisini bulamaz, yada pişirecek zaman kalmazsa, konserve sardalya tüketiyordum. Omega 3, en az D vitamini kadar önemli bu süreç boyunca, haliyle balık eksik olmamalı diyetten. Bu arada, tabii ki bir sürü kanseri iyileştirdiği söylenen hurafeyi de gördük, ama hiçbirine prim vermedik.
İkinci ana konumuz, egzersiz. İlaçların verdiği yorgunluğa rağmen, nasıl yaparsın diyebilirsiniz. Kemoterapi ilaçlarının kemik iliğine saldırıp, beyaz ve kırmızı kan hücrelerini öldürdüğünü söylemiştik. Kırmızıların azalması, oksijenin organlara taşınmasını olumsuz etkiler. Haliyle daha çabuk yoruluruz, ağrılarımız artar. Fakat, eldeki kaynaklar düşündüğümüz kadar da az değildir aslında. Zorlamadan yapılacak uzun bir yürüyüş, kan akışını hızlandırıp kasları çalıştırır. Ağrıları azaltır. Esneme hareketleri de çok faydalı oluyor. Yine çok zorlamadan, klasik bir esneme seti uygularsanız çok faydasını görebilirsiniz. Çok sevdiğim yüzmeyi enfeksiyon riski yüzünden kesmek zorunda kalmıştım. Ama yüzme öncesindeki uyguladığım esneme hareketlerini, her gün en az 4-5 defa uyguladım. Yine Amerika’dan gelen kitaplara göre, bu dönem yapılabilecek en iyi şey pilates. Bir kere denedim o dönem. Gayet, güzel ve bütün vücudu santim santim çalıştıran bir spor dalıymış. Fakat, ortak kullanılan bir alanda yapıldığı için, kursa devam etmeyi riskli bulduk, ben yine açık havadaki yürüyüşlerime ağırlık verdim. Beslenme ve egzersizler üstüne, bir de mental rahatlığı sağlamak gerekiyordu. İlaçlar uykusuzluk, bitmeyen bir yorgunluk ve depresif bir durum yaratabiliyordu. Kusma hissi de psikolojik olabilir, bu yüzden önüne geçme şansımız vardı. Yoga en iyisi, fakat öğrenmek için zaman kalmamıştı. Bu yüzden en basit ama etkili şeye odaklandık; nefes teknikleri. Özellikle ağrı ve benzeri etkilerin çok yoğunlaştığı dönemlerde, elimden geldiğince nefesime, ciğerlerime yavaş yavaş dolan havaya, ve ıssızlığa odaklanmak için, kalan bütün gücümle çalıştım. Bunun üstüne, yatar durumda uygulayabileceğiniz, ayaklardan başlayıp başa kadar parça parça kasların gerilip serbest bırakılması da, gayet faydalı olabiliyor. Son olarak, Gamze küveti esanslar ve köpüklerle bana tahsis etti. İki günde bir, bazen her gün, yarım saat ıssızlığa odaklanıyordum, sıcak suyun içinde. (Bu ıssızlığa başka bir yazıda geleceğiz) Kokular, çok ama çok ciddi sorun çıkartabiliyor. Burnum tedavi döneminde çok hassaslaşmıştı. Evinizdeki lavabodan, yada tuvaletteki gider borusundan hiçbir koku almazsınız. Ama o dönem ben alıyordum, hem de çok kötü kokuyordu. Sonra, kullandığım parfüm, şampuan, sabun vs hepsi çok ağır, hacı yağı gibi geliyordu. Nedense yemek kokuları pek etkilemiyordu, olay daha çok banyo ve orada kullandıklarımızla ilgiliydi. Bu yüzden, Gamze, kokusuz şampuan ve sabun buldu. O dönem boyunca bunları kullandım. İsterseniz giderleri, üstlerine bir tülbent koyup silikon basarak tıkayabilirsiniz. Biz yapmadık, çünkü bu problem çok kısa sürdü bende. Tat almada da ciddi farklılıklar doğabiliyor. Örneğin, suyun tadı çok yağlı gelmeye başlamıştı bana, bunu hiç unutamadım. Fakat, yeme hissimi baltalayacak şekilde, kötü tat veya koku oluşmadı. Sadece dikkat etmem gereken, dönem dönem yediklerimin tatlarının değişmesi ve buna adapte olmaktı. Tedavi sırasında bol bol boş vaktim olacağı için, zamanımı güzel geçirmemi sağlayacak şeylere odaklandım. Ne yazık ki, kitap okumak pek mümkün değil, çünkü konsantrasyon düşük ve genel bir yorgunluk söz konusu. Müzik dinlemek ve dizi/film, bayağı iyi geliyordu bana. Bu yüzden, uzun zamandır yolunu yapıp, yatırım onayını bir türlü alamadığım, Beats kulaklıklarımın iznini Gamze’den kopardım. İyi ki de koparmışım, çünkü daha önce “müzik dinlediğimi” zannediyormuşum. Özellikle, gürültü engelleyici sistemin katkısı çok büyük. Ne zaman kendimi iyi hissetsem, kulaklığı takıp, karşıdaki AVM’ye gidip, içeride yürüyordum. (Hava sıcak, yaz vakti. Zaten hassas bünyem, daha da kırılgan. Kapalı alan enfeksiyon riski getirebiliyor, ama evde oturup hareketsiz kalmaktan iyidir.) Son destek konumuz ise, arkadaşlar. Evet, ailemiz koşulsuz yanımızdaydı. Ama, arkadaşların varlığı bir başkaydı bu dönem boyunca. Özellikle yan etkilerin yoğunlaştığı dönemlerde, sık sık ziyaret ettiler. Büyük bir kısmı İstanbul’da olmasına rağmen, izin tarih ve rotalarıyla oynayıp, mutlaka bize geldiler. İlk kürle beraber, yan etkilerin en yoğun seviyeye ulaştığı dönemi anlamıştık. Benim ilaç düzenime göre, her kürün ilk ve ikinci hafta sonu, en ciddi dönemdi. Bu yüzden, o hafta sonuna yoğunlaşıp arkadaşlarımızı ağırladık. Yanımda olmaları sayesinde ağrılarım ciddi oranda azalıyordu. Şöyle bir örnek vereyim; Birinci kürün ikinci cumasında, kemik ağrılarım yüzünden neredeyse saatte bir ağrı kesici içiyordum. Bütün gece bununla boğuştum. İkinci kürün aynı cumasında ise, birebir sancıların yer ve zamanı tutmasına rağmen, yakın bir arkadaşımla gece yarısına kadar sohbet sonucunda sadece iki tane ağrı kesiciyle olayı atlattım.
Bir de düzenli yada belli bir yan etki gerçekleşince kullandığım ilaçlar var. Detayına burada girmiyorum.
Böylece, tedavi hazırlık dönemi de toparlamış bulunuyorum. Şimdi, hastaneye gidip, tedaviye başlayabilirim. Bir sonraki yazımızda kemoterapi dönemi boyunca, olan biteni anlatacağım.
Sevgiler
Comments