Yazı dizimizde, şu ana kadar İslamın Altın Çağında yaşamış bilim insanı ve düşünürlerin metafizik, doğa ve uygulamalı bilimlerle, sanat ve ahlak üzerine çalışmalarını aktarmaya çalışmıştık. Siyaset ve ekonomi üzerine katkıları buna eklemezsek, çalışmamız eksik kalacaktı. O yüzden, bu bölümünde sosyal bilimler üzerine eserler vermiş bilginlere odaklanacağız. Sosyal, siyasi ve ekonomik ilişkileri içerecek öncü çalışmaları Farabi yapıp, kendi siyaset felsefesini oluşturmuştu. (*) Bunlardan da etkilenen, günümüzde geçerli bir çok fikrin babaları İbni Rüşd ve İbni Haldun, bu bölümün odağı olacaktır. İbn Rüşd 1126 - 1198 yılları arasında Kordoba ve Marakeş'de yaşamış, çok yönlü bilim insanı ve hukukçuydu. Farabi'yle olgunlaşıp İbni Sina ile devam eden felsefe ve rasyonellik akımının son önemli üyesiydi. Özellikle siyaset felsefesi alanında çok önemli eserleri vardı. Platon kökenli “Filozof Yönetici” modelini o da benimsemiş, eğer filozoflar bu kademeye çıkamıyorsa en azından yöneticinin baş danışmanı olması gerektiğini savunmuştu. Ayrıca, kadının her türlü yönetim ve üretim kademesinde yer alması gerektiğini savunuyordu. (**) Böyle yapılmamasını ciddi bir ekonomik kayıp olarak görüyor, kadının erkeğe göre hiçbir eksiği olmadığını düşünüyordu. Kadınların arasında yetenekleri bu doğrultuda olanlar, yeterli eğitimden geçirildikten sonra rahatlıkla yönetim kademesinde yer alır, hatta en tepesine kadar çıkabilirdi. Bu düşünce İslami medeniyetlerde belki de bir ilkti. Büyük düşünür, rasyonelliğin bütün bilim türlerinde esas olması gerektiğini savunuyordu. Felsefenin ele aldığı her alanda (kabaca metafizik, ahlak ve siyaset diye sınıflandırılmıştı) rasyonel sorgu yapılmalıydı. Eğer Kuran'dan fıkıh yoluyla gelen açıklama buna uymuyorsa, tefsirin revize edilmesi gerektiğini iddia etmişti. Ama bu durum, Kuran yanlış demek değildi, sadece yorum hatası vardı. Ne yazık ki, ortodoks ulema kontrolü ele aldığında bu devrimci fikirleri içeren kitapları yakılmış, rasyonel sorgu mantığı reddedilmişti. İbni Rüşd, Avrupa'ya Aristo'yu tanıtan insan olarak tarihe geçti. Aristo felsefesinin çevirisi ve açıklamalı metinlerini (şerhi) hazırlamıştı. Bunların üstüne, diğer İslam filozoflarından sentezleriyle beraber oluşturduğu felsefesini içeren yüzlerce eser yazmıştı. O kadar iyi tanınmıştı ki, Dante onu İlahi Komedya'sında cehennemin ilk katı olarak bilinen Limbo'da diğer Hıristiyanlık öncesi büyük düşünürler (Aristo, Platon vb) ile beraber tasvir etmişti. Ayrıca, Rafael'in Atina Okulu tablosunda diğer büyük filozofların arasında yerini almıştı. İbn Haldun 1332 - 1406 yılları arasında Mısır'da yaşamış, sosyoloji ve ekonominin babası olarak görülen bilim insanıydı. Devlet yapısı ve yönetimi üzerine devrinin çok ötesinde fikirler içeren eserler bıraktı. Ekonomi politikasının yönetimin diğer unsurlarından ayrılmazlığını dile getirip, makro ekonominin temellerini attı. Örneğin, gayri safi milli hasılanın önemi ve bunun ancak toplam tüketim ve yatırımın hesaplanarak ölçülebileceğini savunmuştu. Paranın değerini kontrol altına alabilmek için, birim miktarındaki değerli madenlerin sabitlenmesi ve sıkıca takip edilmesi gerektiğini savunuyordu. Adını koymasa da, devalüasyon ve enflasyonun ekonomideki yıkıcı etkisine işaret ediyordu. Devlet yönetiminde net bir ekonomi politikası olması gerektiğini, hatta bunun bir zorunluluk olduğunu düşünüyordu. Üretim ekonomisinin esas olduğu, buna bağlı katma değer sisteminin tanımlanması ve serbest piyasayı bürokrasinin değil üreticilerin yönetmesi gerektiğini söylemişti. Ancak bu şekilde toplumsal refah sağlanabilir, medeni gelişim devam edebilirdi. Toplumun dini değerleri olmalı ama bunlar dogma haline gelmemeliydi. Gelişime açık ve kritik düşünme yetisine sahip bir toplum (veya yönetim) ideal yapıyı sağlardı. Fakat, ne olursa olsun, o toplum için gelişimin bir sonu olduğunu ve sonsuza kadar devam edemeyeceğini düşünüyordu. Mutlaka bir zirve noktanın olduğu ve buna ulaşan toplumun çöküşe geçeceğini iddia etmişti. Bunu da genellikle etraftaki barbar bir kavim yapıyordu. Tarihsel gelişimlerine baktığında, her zaman bir uygar-barbar ikilemi olduğunu ve barbarın uygarı yıkıp yerine geçtiğini görmüştü. Bu barbar, uygarın içine girdikçe özellikle sanat, bilim ve din alanındaki gelişmelerine hayranlık duyup, onun mirasından kayıpları da olsa aldığını ve gerekli koşullara sahipse bu uygarlığın devamını getirdiğini iddia etmişti. Bu Uygar-Barbar ikilemini İslam uygarlığı Moğol baskınlarıyla yaşamış, neredeyse her yerde barbarlara yenilmişti. (***) İbni Haldun, sosyal biyoloji alanında da önemli fikirlere sahipti. Tanrının önce doğadaki çeşitli madde ve mineralleri yarattığını, bunlardan geliştirerek bitkileri, basit hayvanları ve devamında karmaşık hayvanlara kadar her bir kademeyi, mevcuda yeni bir şey ekleyerek geliştirdiğini dile getirmişti. Buna bakarak, insanın da maymundan geliştirildiğini düşünmüştü. Bu fikirleri, bulunduğu dönem için evrim üzerine en kapsamlı tezlerden birisi olarak kabul görülüyor. Sevgiler (*) => Farabi, mutlak bir rejimi, bir lideri ve bu liderin üstün vasıflarının gerekliliğini savunmuştu. Platon'un önerdiği gibi bir eğitimden geçecek bu liderin kesinlikle filozof olması gerektiğini dile getirmişti. Farabi'nin siyaset felsefesini, ahlak felsefesi ve metafizik alanındaki düşüncelerini, İbni Sina ve İbni Rüşd'le birleştirip, karşı taraftaki Gazzali'yle nasıl bir çatışmaya girdiğini ve neden bu tartışmayı kaybettiklerini ayrı bir yazı dizisinde inceleyeceğiz. O yüzden, burada daha fazla detaya girmedim. (**) => Farabi ve İbni Sina da, kadın erkek eşitliği taraftarıydı. Kadınların mental açıdan hiçbir eksiği olmadığını savunuyor, fiziki açıdan güçsüzlüğünü, yönetilmeleri gerektiğine dair bir kanıt olarak görmüyorlardı. Fakat, İbn Rüşd'ün düşündüğü gibi onları sosyal süreçlere sokmamışlardı, en azından benim okuduğum kadarıyla... (***) => Bu harika düşünce sistemini yıllar önce Server Tanilli'den okumuştum. İbni Haldun'a ait olduğunu bilmediğim bu fikrin ne kadar geçerli olduğunu, Germen-Roma, Türk-Çin, Moğol-Harezm yada Moğol-Çin ikililerine bakarak görebiliriz.
top of page
bottom of page
Comments