İslamın Altın Çağı olarak adlandırılan dönem 8.yy ile 13.yy arasında yaşandı. Bu dönemi Abbasi Halifesi Harun Reşid'in başlattığı kabul edilir. Reşid, yönetimi aldıktan sonra, zamanının en büyük bilim merkezi ve kütüphanesi olan Bilgelik Evini (House of Wisdom) Bağdat’da kurdurmuştur. Bu merkezin ilk görevi, öncülü kültürlerden kalan ilim eserlerinin Arapça ve Farsça'ya çevirerek, sonrasında gelecek araştırmalar için zemin hazırlamaktı. Ayrıca, bu bilim merkezi İslam bilgin ve adayları için okul ve araştırma yeriydi.
Bilgelik Evi, bir çok araştırmacıya fon sağlayıp, bulgu ve fikirlerini yayınlamaya teşvik ediyordu. El-Kındi, bu çalışmalardaki ilk önemli kişiydi. Kendisi, Antik Yunan felsefesinin temellerini kuran Aristo’yu İslam dünyasına tanıtan ve ondan esinlenerek kendi modelini kuran, ilk Arap asıllı filozoftu. Başka bir örnek El-Harezmi’ydi. Cebirin (algebra) temellerini atıp, isminden türetilen algoritma modelini tanıttı. El-Jahiz, canlıların adaptasyon yetenekleri ve besin zinciri kavramını açıklayarak evrimin öncülü oldu. Musa'nın Oğulları, tarihteki ilk buhar gücüyle çalışan otomatları yaptılar. Bunun gibi bir çok çalışmayla, Bilgelik Evi bilim tarihinde çok önemli bir yer edindi.
Bu merkez görevini 13yy ortasına, Moğolların Bağdat'ı işgaline kadar sürdürdü. Tarihteki en büyük kötülüğün yükselişiyle, Moğol Akınlarıyla Bilgelik Evinin hükmü sona erdi. Buna rağmen eserlerin bir kısmı kurtarılıp, ticaret yolları üstünden Avrupa'ya aktarıldı ve Avrupa Rönesans'ının başlamasını sağladı. (*)
Biz Altın Çağa geri dönelim. Abbasiler, Endülüs Emevileri, Selçuklu İmparatorluğu ve Bağdat Halifeliği başta olmak üzere İslam Medeniyetlerinde devletin desteği olsun olmasın bilimsel anlamda bir çok çalışma yapıldı. Bu çalışmaları alan adları, tarih sıralaması ya da kişi bazlı kategorize edip inceleyebiliriz. Bu yazı dizisinde, ben elimden geldiğince kişileri alan adları altında toplayıp, katkılarını tarihsel bir sıraya koyarak sizlerle paylaşacağım. Umarım, bu paylaşımda benim hissettiğim heyecana kapılır ve sınırlı okumamla şekillenen yorumlarımdaki hataları hoş görürsünüz. Geçmişimizde akıl, bilim ve rasyonellik yolunda büyük izler bırakan bu kişilerin hikayelerini okudukça, Batı Medeniyetinde büyük buluşlara imza atan kişilerin fikirlerini aslında (ya da kökünde) Altın Çağımızdan esinlendiklerini gördüm. Newton yada Darwin gibi, en az onlar kadar büyük ve bizim medeniyetimizde yetişmiş insanların olduğunu öğrenmek, böylesine karanlık günlerde biraz olsun umutlanıp, ortak yol ve dili tekrar gösterdi.
Yazı dizisinde ünlü bilim insanı ve düşünürleri, 5 grupta ele alacağız. Önce filozoflar ve önemli fikirlerine bakıp, sonra matematikçilere geçeceğiz. Devamında tıp, mekanik gibi uygulamalı bilimlerdeki ilerlemelere değinip, sanatsal bakışı konuşacağız. Son bölümde de sosyal bilimlerdeki gelişmeler ve Avrupa'ya aktarılan mirası tartışacağız.
872-950 yılları arasında, Bağdat ve Şam'da yaşamış büyük düşünür Farabi, başta felsefe olmak üzere bir çok alanda çalışma yapmıştır. İslam Medeniyetine Aristo'yu ve felsefesini tanıtan Farabi, Ortaçağ boyunca Avrupa'da Aristo'dan sonra gelen anlamında "İkinci Adam" olarak tanınmıştı. Filozof, sadece Aristo felsefesinin çeviri ve açıklamasını yapmamış, kendi fikirlerini de üstüne ekleyerek yeni bir model kurmuştu. Bu modelde hakikat yolcuğu yanında insanoğlunun diğer nihai amacı, yani mutluluk üstüne de eğilmişti. Ahlak felsefesini temellendirirken, mutluluğun ancak bilgi yoluyla kazanılabileceğini, geriye kalan her şeyin (statü, sağlık, servet, din vb.) ikinci planda kalacağını savunmuştu. Zamanının çok ötesindeki bu yaklaşımla, etrafındakilere daha çok okuma, araştırma ve rasyonellik tavsiye ediyordu. Bunun yanında sosyal psikoloji alanına da değinmişti. Kişinin yalnız başına başarıya ulaşamayacağını, ancak birliktelikle bunun olabileceğini savunuyordu. Sosyal evrimde savunulan, grup çalışmasının türümüzün devamlılığı için esas olduğu fikrine öncüydü bu yaklaşımı.
Farabi din alanında negatif teolojiyi kullanmıştı. Negatif teoloji, tanrının ne olduğunun değil, ne olmadığının bilinebileceğini savunur. Bu görüşe göre tanrıya atfedilen vasıfların hiç birisi gözlenemez, insan üstü bir varlığın tasviri yapılamaz. Haliyle, gündelik olaylara karışıp ne yapılmasını istediği de bilinemez. Evrende her şey arasında bir sebep sonuç ilişkisi vardır, fakat evreni yaratan tanrı için bu söz konusu değildir. Yani, tanrı bir sebep olarak evreni yaratmış olamaz, çünkü böyle düşünürsek, evreni yaratmadan önce bir eksiklik söz konusu olur. Diğer bir deyişle, tanrının varoluşunun da bir sebebi olmak zorunda kalır, bu da onu küçültür.
Bu yüzden, Farabi tanrının sebepsiz bir şekilde var olduğunu, ve evrenin de onun varlığının sonucu olması gerektiğine ulaşır. Tanrı nihai saflığın tanımıdır, ve insanoğlunun bunu idrak etmesi mümkün değildir. Sadece akıl ve bilim yoluyla, evrenin katmanları (**) arasında zihni bir yolculuk yapılıp, daha saf bir duruma ulaşılabilir. Ve bu ulaşımda en başarılı (yada kadir) kişiler peygamberlerdir. İnsanoğlunun bu yolculuğunda öncü olan, yol gösteren onlardır. Geriye kalanlardan aynı seviyede bir algı ve paylaşım beklenemez. Yine de, akıl ve bilim yoluyla hem sorgulamaya devam etmeli, hem de kendisinden üst zihinleri anlamaya çalışmalıdır ki, gerçeğe biraz daha yaklaşabilsin.
Bu modelin en büyük eleştirisi Gazzali'den gelmiştir. Farabi'nin, tanrının yaratım sürecini özgür iradesine bağlamaması, onun özelliklerinin anlaşılamaması ve isteklerinin bilinememesi tasavvuf anlayışına aykırıdır. Sufilerin daha sonra detaylı değineceğimiz en önemli aygıtı, rüyalarında gördükleri peygamber ve ermişlerden öğrendikleri tanrının isteği ve gerçekle ilgili bilgidir. Ayrıca, tanrının varlığının sonucu olan evren düşüncesi, onun yaratılış hikayesine aykırı düşer. Bu eleştirileri bir yana bırakalım. (***) Dinin suistimaline karşı çok ciddi bir duvar ören Farabi felsefesi, içimize işleyen sofuluğu bir kenara bırakıp, modern dünya ve bilimsel bakışla ele alınabilse, İslam Medeniyetlerine katkısı çok ciddi seviyede olacaktır.
Farabi, felsefe konusunda ilerlemek için esasın mantık (şimdiki haliyle soyut matematik) olduğunu düşünüyordu. Ayrıca, (kuramsal) fiziğin felsefeyle birleşip, gerçeği anlamaya faydalı olacağını düşünüyordu. Bu konuda günümüz modern fiziğine örnek olacak bir çalışması ön plana çıkıyor; Ortaya koyduğu yaratılış sürecinde kendisine gelen en önemli eleştirilerden birisi, modelinin zamanın başlangıcını içermemesiydi. (Evrenin yaratıldığı andan bahsediyorsak, zaman çoktan orada olmalıdır. Belli bir an dediğimiz şey, zamanın işleyişi esnasındaki belli bir noktasıdır) Farabi'nin buna yaklaşımı, tanrının evreni bir sonuç olarak yarattığı anda, zamanında bunun bir parçası olarak ortaya çıkmasıydı. Yani, uzay dediğimiz yapı tekil değildi, uzay-zaman birlikteliği vardı. Bu düşüncesi, 1000 yıl sonra Einstein'ın özel görelilik teorisine dönüşecekti. Tabi direk kendisinden esinlendiğini söyleyemeyiz, ama Altın Çağın fikirleri Avrupa'ya akıp yoluna devam ederken şekil ya da imza değiştirmiş olmasına rağmen özünü koruyacaktır. Eğer fikir güzelse, varyasyonları zamanla elenip, özü yine karşımıza çıkacaktır.
Farabi'yle başlayan bu felsefe, soyutlama ve rasyonel çalışma geleneği ardıllarıyla devam etti. İslamın Altın Çağı başlamış, akıl ve bilim yolu izleniyordu. Bir sonraki yazıda felsefe ve fizik üzerine çok önemli eserler veren İbn Sina ve Bagdadi'ye değineceğiz.
Sevgiler
(*) => Moğollar şehre girince, neredeyse herkesi öldürüp şehri yakıp yıktı ve sonra bu kütüphanedeki kitapları Dicle'ye attırdı. Rivayete göre kitaplardan çözülen mürekkep nehri uzun süre siyaha boyadı.
(**) => İlk sebep olarak adlandırılan tanrının düşüncesi evreni yaratmıştır. Bundan sonra gelen akıl yine düşünerek, göksel varlıkları yaratmış ve bu sıralamayla insana kadar ulaşılmıştır. İnsan da düşünerek, bir çok şey yaratmaya devam etmektedir, ama bunlar ilk varlık gibi saf değildir, karmaşık ya da karışık bir haldedir.
(***) => Türk Diyanet Vakfı'nın düzenlediği İslam Ansiklopedisi - Farabi başlığında böyle bir eleştiriyi görebilirsiniz.
Comments