Merhaba,
Paleolitik dönemden bu yana yakamızı bırakmayan iki temel figürümüz vardı; toteme dönüşen ata ve yaratılışın anahtarı Venüs figürini. İlkine karşı ambivalan (sevgi ve nefret karışımı) duygular hissederken, ikincisi ilkel insanın ilk kozmogonisinin, yani yaratılış hikayesinin temeliydi. Ayrıca, hayatımıza ciddi oranda etki eden doğa olayları (deprem, fırtına, volkanın patlaması, sel, kuraklık vs vs..) ile hayatımızı tehlikeye atan yırtıcılar ve ele geçirmeye çalıştığımız otoburların efendisi bu iki temel figürde vücut bulmuştu. Onların elçisi şamanlardı. Esrimeleriyle anlam veril(e)meyen hastalık, ölüm, yokluk (boşluk) gibi olaylara karşı tercümanımız, yol göstericimizdi. Hayvanların ruhlarıyla şamanlarımız aracılığıyla iletişime geçiyor, yapıcı bir ilişkinin temelini atıyorduk. Bu yazıda, tarihteki önemli devrimlerimizden birisi olan bu inanç modelinin Neolitik dönemdeki yolculuğunu izleyeceğiz. Bizi ilk gerçek tanrılara kadar götürecekler. Önce kısaca totemleşen atamızın kültüne bakalım.
Çatalhöyük bölümünde atamızın kafatasının gömüldüğü yerden çıkartıldığı, yaşamın odağı olan kana benzediği için kullanılan aşı boyasıyla boyanıp tekrar gömüldüğünü görmüştük. Bunun ötesi, aynı döneme denk gelen Kaplanmış Kafataslarıydı. Gömüldüğü yerden çıkartılan kafatası kil benzeri bir alçıyla sıvanıyor, boyanıyor ve göz boşluğuna (genellikle) deniz kabukları konulup evin altına gömülüyordu. Deniz kabuklarının dişil, yaratılışa özgü ve yeniden doğumu simgeleyen kimliklerini Paleolitik dönemde görmüştük. Bu kafataslarına yapılan işlemle yeni hayatlarına, yeni kimlikleriyle geçişlerini görüyoruz. Aynı dönemde insan boyutlarında heykellerle de karşılaşmaya başlıyoruz. Ain Ghazal Statüleri Neolitik Dönem için önemli bir adımı sağlıyor. Yetişkin insan boyutundaki bu heykellerin ilk örneği yine bizim topraklarımızda ortaya çıkıyor; 11 bin yıl öncesine tarihlenen Urfa Adamı. Peki bu heykeller bize neyi temsil ediyor? Ata toteminden bu yana bir model kurabiliriz; atanın kafatası yaşamsal renge yani kan kırmızısına boyanır veya üstü kaplanıp yeni yaşamına yolculuk için deniz kabuklarıyla uğurlanır. Diğer bir varyantta yaşamsal boyutlarda bir heykeli yapılır ve yaşamına bu heykel içinde devam eder. Atamız yeni yaşamına geçmiştir ama bizdeki imgesi heykelleşmiştir. Ayrıca bu bize kilden (çamurdan) yaratımın yolunu açar. Modern dinlerin temeline oturan bu fikri Mezopotomya Mitolojisi ile daha detaylı inceleyeceğiz. Şimdilik atamızı yeni hayatında, heykelin içinde bırakıp ana tanrıçanın seyahatine bakalım.
Göbekli Tepe yazımızda son şeklini verdiğimiz şaman ve hayvanların efendisi modeline geri dönmeliyiz. Özetle, kozmogoninin merkezindeki yaratım fikri her ne olursa olsun, onunla iletişimi sağlayan ve ilişkileri düzenleyen bir şaman vardı. Öldüğü zaman ona saygının gösterilmesi gerekirdi, bunu Göbekli Tepe'de görmüştük. Ama fiili varlığını bu bölgede görememiştik; şamanımız kimdi, şahsi varlığını görme şansımız var mıydı? Bu sorunun cevabını Natuf Kültürü sayesinde evet olarak verebiliriz. Günümüzden 15 ila 13,5 bin yıl öncesine tarihlenen, Levant (kabaca İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye) denen bölgede yer alan bu kültürün medeniyet tarihimizde önemi çok büyüktür. Sosyal Evrim yazı dizisinde detaylı ele alacağımız bu yerleşimle ilgili sadece bir bulguya odaklanmak istiyorum; 12 Bin Yaşındaki Şaman Kadın. 40'lı yaşlarında, gömülüşüne bakılırsa engelli bu kadının yanında bir çok hayvanın kemikleri bulunmuş. Ayı, kartal, kaplumbağa, inek ve insan kemikleri dahil olmak üzere birçok canlı bu kadının diğer tarafa yolculuğunda eşlik etmiş. Görünen, şamanımız bir Hayvanların Efendisiydi. Aksi takdirde, benzeri hiçbir mezarda görülmeyen bu kadar çeşitli bulguyu nasıl açıklayabiliriz?
Hayvanların efendisi figürünün totemleşmiş halini Çatal Höyük'te görmüştük. Temel özellikleri yaratıcılık (doğurganlık), hayvanları kontrol etmek ve doğanın bereketini sağlamaktı. Bunu iki yanına koyduğu vahşi yırtıcılar ile abartılmış meme ve kalçalarında görüyoruz. Venüs figüriniyle başlayan abartılmış doğurganlık simgesine katılan hayvanlarla daha yüksek, daha aşkın bir varlığa dönüştüğü anlaşılıyor. Haliyle, böylesi özelliklere sahip bir varlıkla iletişime geçecek cins dişi olmayacak da ne olacaktı? Natuf Şamanımızla açılan bu yolun devamını ilk mega köy Çatal Höyük'te gördükten sonra artık Mezopotamya'daki kültürlere odaklanmaya başlayabiliriz.
Tarım devrimini güçlendirip, verimini arttıran önemli icat ve teknikleri Mezopotamya kültürlerine borçluyuz. İlk basit sulama sistemlerini yapan Obeyd Kültürü dinsel inançlar tarihinde de önemli bir devrimin başlangıcını sağlar; aşkın varlıkların tanrılara dönüşümü. Yaklaşık 9 ila 6 bin yıl öncesine tarihlenen bu dönemde bir ilkle karşılaşıyorduk; simgesel mühürler. Bunlar sayesinde, mahsulün konulduğu çanak çömleği korumak ve nakliyesi sırasında açılıp aşırmaları engellemek için önemli bir çözüm bulunmuştu. Peki, size ait olmayan bir mala dokunursanız ne olacaktı? Çömleğin üstündeki nazar size gözünü dikerdi.
Çömlek doldurulduktan sonra üstü kapatılıp bir kil parçasıyla mühürlenirdi. Bu mühür üstünde öyle bir simge olmalıydı ki, yaklaşana tehlikenin boyutunu anlatmalıydı. Hayvanların efendisinden güçlü, aşkın ve gerekirse zalim bir varlık daha olabilir miydi? Obeyd dönemine ait bulunan en önemli mühürlerden birisi bu temayı işliyordu. Bu simgeyle kapatılan çömleğin içindeki mal aşkın bir varlık ve onun dünyadaki temsilcisine aitti. Dokunanı nelerin bekleyeceği yaklaşık 40 bin yıllık bir sözlü külliyatın içinde gizliydi. Bazı yerlerde bununla da yetinmeyip, daha önce de konuştuğumuz kötü bir karaktere ihtiyaç duyulmuş; keçi cini. Hayvanların efendisinin kötü huylu bir varyantı olarak düşünebileceğimiz bu yaratık bizi Sümer Medeniyeti ile beraber önemli bir kötülük simgesiyle tekrar bulacak, şimdilik uzak dursun. Bu mühürler dışında, yine aynı döneme ait figürinlerden yılan başlı kadınlar şamanlar ve/veya ana tanrıçanın yeni bir versiyonudur. Daha çok insanlaşan ama haliyle daha da zalimleşen varlığın kariyeri tanrıya dönüşümdür, çaresiz.
Bu son bulgularla, artık hiyerofanın (aşkın veya kutsal varlığın tezahürü) bir epifana (aynı varlığın insan kisvesinde tezahürü) dönüştüğünü görebiliyoruz. Bu aslında sosyal evrimimizle beraber, doğayı anlama çabamızın önemli bir kısmını tamamlayıp artık onu kontrol etmeye başladığımız tarım devriminin sonucudur. Doğaya minnettar olmak yerine onu ‘yönettiğimiz’ için inandığımız yaratıcılarda bizim şeklimize bürünmeye başlamıştı. Bunun yanında şunu da öğrenmiştik; artık düşüncemizin mutlak kadirliği yoktu, yani ne istersek olmuyordu. Bu artık tanrıya ait bir özellikti; ancak onun düşüncesi kadiri mutlaktı. Düşününce evren var oluyordu, basitçe "Ol" diyordu ve her şey bir anda ortaya çıkıyordu; belki bir hafta sürüyordu. Durun! Çok ileriye gittik, biz neolitik döneme geri dönüp hikayemize kaldığı yerden devam edelim; ilk gerçek şehir tapınağını ziyaret etmeliyiz.
Mezopotamya'da neolitik dönemde önemli bir atılımı Eridu şehri yapmıştı. MÖ 4500'lere tarihlenen, yaklaşık 50 m2'lik bir tapınağın inşası ile karşılıyoruz. Zaman içinde büyüyen bu yapı 220 m2'ye kadar çıkıyor ve tarihteki ilk önemli, adı konmuş bir tanrıya ait tapınak olarak adlandırılıyordu. Tapınağın sahibi Enki'ydi; su, bilgelik ve yaratımın tanrısı. O döneme ait yazılı bir şey olmasa da devamındaki Sümer uygarlığından kalan tabletler Enki’nin mitolojisi ve bu şehirdeki varlığını anlatıyordu. Sümer panteonunda önemli bir yer tutan Enki, zaman içinde bizi tekrar bulacak ama şimdiden kendisiyle ilgili bir kaç şey söyleyelim; tam bir erkektir. Tarihte adı konulmuş ilk tanrı olmanın, insanoğlu ve yaşamı yaratmanın görkemine rağmen güzel bir kadınla sofraya oturup içince coşar, duygusallaşıp neyi varsa ona verir. Kadın sadece gülümser, gemisine bu yükü doldurup Uruk'a doğru yola çıkar. Enki ve İnanna'nın hikayesini Sümer Mitolojisinde detaylı olarak göreceğimiz için içki sofrasını bir kenara bırakıp Uruk Medeniyeti'ne bir odaklanalım. Erkek tayfası kafa dumanlanınca sapıttığı için en iyisi biz medeniyeti ustasına, bir tanrıçaya emanet etmeliyiz.
Dünya tarihine geçmiş ilk gerçek şehir Uruk'tur. Konuyla ilgili uzmanların belirlediği bütün önemli şartları sağlar. Şehrin yoğun bir nüfusu, tarımın varlığı, anıtsal yapıları, sosyal hiyerarşisi ve yazısı vardır. Daha önce örneği olmayacak ölçüde bir gelişmişlik örneği gösteren Uruk’tan bahsederken, istediğimiz kadar din dışı konulardan kaçınmaya çalışalım, önemli bir yerde bunu yapamıyoruz; tedarik zincirinin yönetimi ve bunun dinle ilişkisi. Daha önce gördüğümüz gibi, insanların mahsulü kapıp kaçma ihtimali vardı. Bu da sermaye birikimi ve iktidar önünde önemli bir engeldi. Hangisi (kapital mi, iktidar hırsı mı) önce başladı bilmiyoruz, ama belli bir kesim üretim fazlası verip daha fazla meta sahibi oldu ve bunu koruma çabasına girdi. Malının önüne dikeceği korumaya verebileceği tek şey içerideki maldan bir kısımdı. Haliyle bu pratik değildi, çünkü korumanın kendisi içeri girip her şeye el koyabilir, sermayeyi çarçur edebilirdi. Bu noktada potansiyel zenginlere gereken şey bir fikirdi. Ancak ve ancak bir fikir malları koruyabilirdi. Ubeyd döneminde vurulan mühürlerin yeterli olmadığı görülmüştü. O zaman aşkın bir varlığın tarihe mal olmuş koruyuculuğu (ve cezalandırıcılığı) devreye girmeliydi. Hatta, bu aşkın varlık artık şekil değiştirip bir markaya dönüşmeliydi. Hayvansal simgesi artık aşılabilir bir şeydi; tüm zamanların en güçlüsü aslanı bile tuzakla, okla öldürebilirdik. Haliyle daha ölümsüz, ulaşılamaz ve akıllı bir şeye dönüşmeliydi. İşte bu vasıtayla yüce ana tanrıça, aşkın bir varlıktan kutsal bir varlığa dönüştü ve bir isim aldı; İnanna. Bereket, aşk ve savaş tanrıçası İnanna. Kendisinin açtığı yolu binlerce yıl boyunca takip edeceğiz, biz Uruk'taki varlığını incelemeye devam edelim.
Eridu'da gördüğümüz tapınağın çok daha gelişmişini Uruk'ta görürüz. Eanna olarak adlandırılan bu bölge sadece bir tapınaktan ibaret değildi; depolar ve tapınaklardan oluşan bir kompleksti. Burası, şehri yöneten kişilerin otorite merkeziydi. İrade ve iktidarları altında çalışan insanların günlük yevmiyelerinin dağıtıldığı, dini (diyebiliriz artık, rahat olalım) ayinlerin yapıldığı, mahsulün toplandığı bir yerdi. Aynı zamanda şehrin merkez bankasıydı. Para daha icat edilmediği için günlük tayınlar arpa ve keten kumaş olarak belirleniyordu; burada iş bölümüne göre dağıtım yapılıyordu. Bütün bu sistemin koruyucusu baş tanrıça İnanna'ydı. Bunu da Sümer dönemi mitolojilerinin en ünlüsü Gılgamış Destanı'ndan öğreniyoruz. Uruk'un başı İnanna'ydı.
Bu modeli destekleyen iki temel bulgu var. Birincisi Varka Vazosudur. Vazo, Uruk'taki sosyal ve dinsel hayatın önemli bir özetini verir. En üst kısmında yer alan bir sunu ritüelinde tarihte ilk defa (olası) İnanna figürüyle karşılaşırız. Kendisi, yıllık mahsülden tapınağına kalacak "meleklerin payı"nı kabul eder. Diğer bir önemli örnek ise Varka Maskesidir. Bu maskenin Eanna tapınağındaki bir İnanna heykelinin başını oluşturduğu düşünülür. İnsan başı boyutunda olması da bunu desteklemektedir. Vücudu ahşap veya benzeri bir malzemeden olabilir. Eğer modelimiz doğruysa, bu yazının başında değindiğimiz kafatası kültü ve insan boyutu heykellerle birleştirebiliriz. Öncesinden gelen toteme bağlı ata kültü kafatasının kille maskeleştirilmesi ve gerçek insan boyu heykellerle birleştirilip, aşkın varlığın kutsal bir tanrıçaya dönüştürülmesi ve insan kisvesinde sunulmasını sağlamış olabilir. Tanrıçamız geçmişten gelen fikirleri üstlenmiş ama ekonominin gereğiyle daha insansı bir kimliğe bürünmüş ve simgesini bu boyutlarda bir heykelle perçinlemiştir.
İnsanoğlunun temel dürtüleri iktidar, mülkiyet, üremek ve aşktır. Sosyal evrimle ilgili yazı dizimizde bunların etkisini çok daha fazla hissedeceğiz ama Güney Mezopotamya'nın bu eşsiz şehrinde bir durup, temel dürtülerimizi arayalım. Sermaye birikiminin ve buna bağlı kapitalist ticaretin örneklerini görüyoruz. Önemli bir tapınak kompleksi ve içinde Dünya tarihinin ilk depolama ve dağıtım merkezine sahibiz. Yazımız yok ama yönetici kesimin cinsellik üstüne kurallarının varlığına neredeyse eminiz, binlerce yıllık tabuları sırtlarında taşıyorlar. Haliyle Uruk ve onun yarattığı yeni düzen temel dürtülerimize hitap ediyormuş gibi görünüyor. Ve bunlar Enki'yle ortaya çıkıp, aslen İnanna'nın varlığında bütünleşiyor. Kendisi hem bereketi, hem aşkı, hem de iktidarı garantileyen savaşı yönetiyor. Bundan muazzam bir varlık olur mu? Olacak ama daha çok erken.
Gelecek yazıda Sümer Mitolojisi'yle nihayet yazılı bir mitolojiye ulaşıyoruz. Daha az spekülasyon, daha fazla gerçekle bir aradayız.
Sevgiler
Comments