top of page

İlkel Dinler Tarihi - 5 (Şamanizm)

Merhaba,


Nihayet, atalarımızın çözülmemiş duygusal çatışmalarıyla dolu mağaradan çıktık. Fakat, bu sefer kapıda bizi elinde davulu, tuhaf dansları, mantraları ve ritüelleriyle bir şaman karşıladı. İlkel kabilelerin liderlerinin dinsel süreçleri taşere ettikleri ilkel ruhban sınıfından bahsetmiştik; işte şimdi onlarla baş başayız. Dinsel inanç tarihimizde, yazının keşfinden çok önce vücut bulan bir modeli izliyoruz; aşkın varlıkların izinde göğe çıkan veya yer altına inen, kötü ruhların musallat ettiği hastalık ve ölümle boğuşan, ilkel atanın kozmogonisinde (varoluş modelinde) yer alan hayat ağacı veya dağa tırmanıp kovulduğumuz cennetten haber getiren, zamanın ötesine geçip gelecekten haberle dönen, bizi (aslında kendimizden) koruyan şamanların nelere kadir olduğunu anlamaya çalışacağız.


Şamanizm, modern çağda Kuzey Asya'yla sınırlı görünse de, aslında bütün dünyaya yayılmış, daha doğrusu birbirinden bağımsız türemiş bir fikrin, yaklaşımın sonucudur. Paleolitik dönemle ilgili konuşurken totem, ruh, tabu gibi fikirlerin farklı zaman ve mekanlarda nasıl aynı sürecin sonucu olarak ortaya çıkabileceğine dair modeller geliştirmiştik. Aynısını şamanizme uygularsak, ilkel atamızın ortak çatışmaları (yani atasına karşı sevgi-nefret karışık duyguları ve kaybettiği saflık-masumiyetin çarpıtılması) bize yol gösterecektir. Fakat, önce bu ilkel rahibi, yol göstericiyi, doktoru, büyücü-hekimi tanımalıyız.


Kabile liderimiz anlaşılmayanı (nereden geldik, nereye gidiyoruz, neden hasta oluyoruz gibi şeyleri) şamanına yüklemişti. Artık lider kabilenin güvenliği, besin tedariği ve çiftleşme kuralları gibi daha somut-pratik problemlerle ilgilenebilirdi. Zavallı şamanımızın üstündeki yük ise çok büyüktü; kendisi dahil kimsenin tam olarak anlamadığı şeylerle uğraşması gerekiyordu. Mantık dediğimiz sürecin (bilimden bahsedeni çiğ çiğ yedikleri bu dönemde) pek akla gelmediğini unutmayalım. Anlamadığımız şeyleri çözmenin tek yolu ruhsal fırtınalarımızdan fırlayıp önümüze düşen şeylerdi; olan bitenin sebebi ya (iyi-kötü) ruhlardı, ya da kovulduğumuz gökyüzü veya gideceğimiz yeraltıydı. O zaman şamanın, ortalama kabile halkının ulaşamadığı bu yerlere gitmesi ve "iyi saatte olsunlar" ile bir araya gelip sorunu çözmesi gerekiyordu. Peki günümüze kadar hiç kimsenin ulaşamadığı bu aşkın düzleme nasıl çıkacaklardı? Tabi ki içsel bir yolculukla. Ama ciddi bir kefaretle...


Kuzey Asya halkı Mançu'larda şaman adayının üstesinden gelmesi gereken iki önemli sınav vardır. Eğer iddia ettiği gibi ruhlar onunlaysa, kor ateşte hiç zarar görmeden yürüyebilir. Kaç kişinin tökezleyip yandığını bir kenara bırakıp, bu coşkulu anı izleyen kabilemizin ona karşı saygısını düşünelim. Şamanda vuku bulan şey onları büyülemiş olmalı. Bir diğer sınav ise şamanın donmuş gölde açılan bir delikten dalıp bir sonrakinden sağ-salim çıkmasıdır. Eziyet bununla bitmez, dokuz tane deliğe su altından dantel çekmesi gerekir. Tibet kökenli bir yogi testi bundan da acımasızdır; adayın vücuduna sarılmış ıslak bezleri, gece kış ayazında bir kovuğa çekilip kurutması gerekir. O bezleri kurutan aslında ruhlardan destek aldığı psişik güçleridir. Bir diğer benzeri Eskimo'larda görülür, eğer sihirbaz (şaman) yeteri kadar güçlüyse soğuğu içsel gücüyle aşabilir. Buraya kadar aktardıklarımız dayanımla ilgiliydi, ama bir de arınmayla ilgili örnek vermemiz faydalı olacaktır; Güney Amerika kökenli bir şaman kültürü bize yılanın derisinden kurtulmasına benzer süreci dayatır. Bu bölgedeki şaman adayları fiziksel varlığın hiçliğini göstermek ve bunun sayesinde öteye geçebilmek için parmaklarını sürekli yanaklarına sürter. Tabi zaman içinde yanaklar yara bere içinde kalır veya çok hassaslaşır. Ama bu yeterli değildir, şamanın bu deriden, kalıptan kurtulması gerekir. Onun için korkunç acılara katlanıp bu kabuktan çıkmak için parmaklarıyla kan revan halinde yanaklarını ovalar da ovalar. Bunların hepsi bizi nereye getirir? Tabi ki ortak bir sonuca; esrimeye...


İlkel atalarımızın mağaralarda yaşadığı, derinlik sarhoşluğu benzeri sapmaların daha kapsamlısı olan esrime şamanın en önemli aracıdır. Çektiği acılar onu bir sonraki aşamaya taşır; aslında beyni bu stresle başa çıkamadığı için ona halüsinasyon gösterir, bayıltır veya sara benzeri arada asılı kaldığı bir nöbet durumuna alır. Kişisel olarak yaşamadığım, belki bazı uyuşturucularla ulaşabileceğimiz bu hali tezahür edemiyorum, ama süreci betimleyebilirim. Şaman belli başlı mantraları (birazdan detaylı bakacağız) tekrarlar, davulunu çalar, gökyüzüne tırmanacağı sembolik ipini kurgusal ağaca atar. Zorunlu orucu, alkol (ilkçağla beraber) tüketimi, bilincini kapatacağı her türlü zorlamasıyla bir içsel yolculuğa girer. Böylece, çağırıldığı evdeki ölmüş kişinin vücudundan ayrılan ruhu yer altında bulur veya ona zulüm eden (yani hastalığı musallat etmiş) kötü ruhla temasa geçer. Belki de kabilenin inandığı aşkın (artık kutsal da diyebileceğimiz) varlığa ulaşıp sorunu çözmeye çalışır. Bu mücadelenin bir kısmı yer altında, ölülerin ruhunun gittiği yerde gerçekleşir. Bir çok kültürün ortak bakışı bizi bir köprüye götürür; ölüler alemine geçiş için geçmemiz gereken bir köprü vardır. Ölümle ilgili "öte taraf" konusunu daha önceki bölümlerde tartışmıştık. İki alem arasında geçişi bir kayıkçı ya da bir köprünün sağlaması gayet doğal gözükür.


Şaman, kaybolmuş ruhların yaşadığı bölgeye varınca onların koruyucu veya gardiyanı ile hesaplaşır. Ayinin başında kurban edilmiş hayvandan sunularını yapar ve geçiş için izin ister. Aradığı ruhu bulunca ya onu yanına alıp geri döner veya çözülmeyen problemi bir yere bağlayıp kabileye musallat olmasına engel olur. Bu yer altı dünyasına geçiş mitlerini bir çok uygarlıkta göreceğiz. İlk okuduğumuz versiyonu Sümerlerde Gılgamış’ın yer altına inişi, sonuncusu da Dante’nin cehennemi ziyaretidir. Demek ki şamanların bu (mistik) yolculuğu bütün kültürlerde önemli bir iz bırakmıştır; ölümü anlamasalar bile ona ulaşmanın bir yolu bulunmuştur.


İlkel atamızın ruhsal dünyasında vücut bulan ilk aşkın varlıklar hayvanlardı. Haliyle şamanımız bu varlıklarla temasa geçmeli, onun beklentisini anlamalıdır. Bunu için yarattığı akış (esrime) ritüelinin ilk adımı bir mantradır; bir söz veya bir niyeti dile getiren sesler bütünü diyebiliriz. Kelime veya cümle diyemiyorum, çünkü uzmanlar bu tip şeylerin paleolitik çağa dayandığını düşünmesi beni konuştukları ilkel dilin ötesinde, belki yine benzer bir esrime esnasında dile getirilen anlamsız seslerden oluşan bütünlere yönlendiriyor. Şamanlar neredeyse bilinçlerinin kapandığı bu anlarda, kapıldıkları ritmin eşliğinde bir yere bağlayamayacağımız sesler çıkartıp ötelere gidiyor olabilirler; bu onları izleyen kabileyi veya çıraklarını büyüleyip ifade ettiği şeyleri birer mantra haline getirmesini sağlamış olabilir. Kim "amen" kelimesinin kökenini bulabilir ki?


Kurumsal dinlerin yapılanmaya başladığı Ortadoğu ve Mısır'da şamanların yok olduğunu görüyoruz. O bölgedeki son eylemlerini Göbekli Tepe ve Çatal Höyük'te sorgulayacağız. Fakat, bu tip kurumsal dinlerin çok geç ulaştığı kuzey dünyada şamanların varlığına hala şahidiz. Bozkırın engin sessizliğinde dans eden, davulunu çalıp, göğe ve yere şarkılar söyleyen, kendinden geçip "ötelere" bir yolculuğa çıkan ve bize haber getiren şamanlarla ilgili modern çağ uzmanları şöyle bir görüşe varmışlar; uzun kuzey geceleri bu ilkel din rahiplerini delirtmiştir, bu abuk sabuk hareketlerin başka bir açıklaması olamaz. Bir açıdan hak vermeliyiz; her kim böyle ritüellere girip delirmeden çıksa bile yeter. Bütün bir kabilenin dinsel yükünü taşıyan, gündelik hayat dışında kalan şeyler ilgili düşüncelerinin vücut bulduğu bir semboldür şamanlar. Pratik yaşamın değer, kaygı ve modelleriyle açıklanamaz şeyleri yapmaları zaten doğasında olmalıdır; yoksa aşkın bir varlığa nasıl ulaşabilirler?


Paleolitik dönemden bu yana taşıdığımız çatışmaların savrulmasıyla oluşan simge ve imgeleri yüklenen, kefareti ödeyen bu ulu insanlara saygı duymalıyız. Modern çağ için anlam ve analizi bir kenara bırakıp, ilkel atalarımız gözünden onlara bakmaya çalışmalıyız. Yüz binlerce yıllık gelenekleri varlıklarında taşıyan, yaptıkları sayesinde masum halkın fayda göreceğini düşünüp kendisine eziyet eden, azla yetinip çoğu etrafına dağıtan bu yüce insanlara müteşekkir olmalıyız. Onlar, dinsel inanç ve düşünce tarihinde, saflık ve masumiyetlerini yitirmeden (her türlü eziyete rağmen) bugüne kadar dirayetini korumuş, topluma kefaretin ne olması gerektiğine dair en uç örneği gösteren insanlardır.


Gelecek yazıda bu insanların desteğini de alıp ilk tapınağa gidiyoruz; Göbekli Tepe'deyiz.


Sevgiler




Comments


bottom of page