Merhaba, M.Ö. 1600 ve 1200 yılları arasında Anadolu ve Suriye'de iktidarını sürdüren Hititler, Mezopotamya kaynaklı dinsel düşünceleri geliştirip, kendilerinden sonra gelen medeniyetlere aktardılar. Kısa süren iktidarlarına rağmen katkıları gayet fazlaydı. Bu yazıda Hititler'in din tarihine katkılarını özetlemeye çalışacağız. Panteonun nasıl şekillendiği ile başlayıp, doğa olaylarıyla ilişkileri, mitleri ve tapınma yapılarını konuşacağız. Dinsel yapıda kadının ne kadar ön planda olduğuna ayrıca değineceğiz. Babillerin yaratılış destanı Enuma Eliş'te gördüğümüz üç neslin kavgasını Hititler'de de görürüz. Önce Gök Tanrı Anu vardır. Anu göğe yükselirken oğlu Kumarbi onun hayalarını keser. Fışkıran kan ve spermi yutar. Babası ona kendisinden hamile kalacağını söyleyince yuttuklarını toprağa tükürür. Bu sefer yeryüzü bu ikiliden hamile kalır. Topraktan bir çok tanrı çıkar; Kumarbi bunlardan birisini, Ullikummi'yi alıp bir yere saklar veya uzak diyarların tanrılarına büyütmeleri için verir. Sonra Kumarbi'nin fikri değişir ve topraktan çıkan çocuklarını yemeye karar verir. Burası net olmamakla beraber ya gönlü el vermemiş ya da kandırılmış; çocukları yerine taş yutar. Bu sırada fırtına tanrısı Teşup doğar, büyür ve babasının tahtını alır veya ele geçirir.
Kumarbi'nin uzak diyarlara yolladığı Ullikummi büyüyüp geri gelir. Babasının iktidarı Teşup'a kaptırdığını görünce ona savaş açar. Kumarbi'nin de desteğiyle fırtına tanrısının üstüne yürür. İşler Teşup için kötüye giderken ana tanrıça İrana devreye girer ve Ullikummi'yi kandırır ve yenilmesini sağlar. Fırtını tanrısı Teşup'un egemenliğinin ilanıyla mit sona erer.
Görüldüğü gibi hikayenin gidişi Enuma Eliş'e göre farklıdır. Fakat, Antik Yunan uygarlığında göreceğimiz mite çok benzerdir. İleride daha detaylı inceleyeceğimiz Yunan mitinde üç nesil tanrının yani Uranos-Kronos-Zeus arasındaki çatışmayı burada Anu-Kumarbi-Teşup arasında görürüz. Ayrıca, ünlü Titan-Zeus savaşının benzeri de burda vardır; Ullikummi ve Teşup’un mücadelesi. Hesiodos'un Theogonia'sında aktardığı bu mitin Hititler'den birebir kopya olduğunu düşünmüyoruz ama ciddi oranda etkilendiği ortadadır. Diğer bir önemli ayrıntı Paleolitik Çağ'dan bu yana devam eden atalara tapınma ve çocukların onların yerini alırken yaşanan çatışmadır. Küçük klanlardan başlayıp kabile, şehir, devlet ve artık imparatorluk seviyesine gelmiş yönetim biçimi hala atalara karşı ambivalan duygulardan kurtulamıyor, onları mitleri içinde yaşatıyor.
Hitit inancında tanrılar diğer uygarlıklarda olduğu gibi doğa olaylarıyla eşlenmiş ve onların sebebi olmuşlardı. Diğer inanışlardaki gibi bu tanrılar da mükemmel değildi, hatta daha da vasat performans gösteriyorlardı. Öncülleri gibi ikircikliydiler ama daha ötesinde insancıl bir yapıları vardı. Bunu biraz açalım; Hitit tanrılarının kulları olan bizlerle efendi-köle gibi bir ilişkileri vardı. Onları çiftlik sahiplerine benzetebiliriz. Kölelerinin kendilerine bakması, yedirip içirmesi, tatmin etmesi ve hoş tutması gerekiyordu. Zamanlarının bir kısmını eğlenmek, seyahat etmek, uyumak veya başka işlerle uğraşmak için kullanabiliyorlardı. Böyle dönemlerde onlara yakaran kullarını duymuyor veya beklediğimiz gibi davranmıyorlardı. Hatta, istediğimiz kadar festival düzenleyelim, dualar edelim, adaklar sunalım; makul bir cevap vermeyebilirlerdi. Demokratik bir rejim olmadığı için tanrıları değiştirme şansımız yoktu fakat uyarabilir, hatalarını gösterebilirdik. Bunun çok iyi bir örneğini Hitit Kralı Murşuli'den dinleyebiliriz;
Ey tanrılar, nedir bu çektirdiğiniz bize? Siz ülkeme ve Hatti Ülkesi'ne veba salgını verdiniz, herkes ölüyor, öyle ki size yiyecek ve içecek sunularını hazırlayacak kimse yok. Ve siz bize geliyorsunuz, ey tanrılar, ve bu meseleden dolayı bizi suçluyorsunuz... ve sizin gözünüzde doğru yaptığımız hiçbir şey yok.
Murşuli'nin bu haykırışı dinsel düşünce ve inanış tarihindeki en cesur ve en demokratik bildirimlerden biridir. Tanrının da yerini bilmesi gerekir. Eğer hatasında inat etmeye devam ederse kullarının hepsi ölecek, o da bakımından mahrum kalacaktır. Tanrıların da dönüp ona "Sen kim oluyorsun da bize sitem ediyor, ayar veriyorsun?" dememesi çok ilginçtir, muhtemelen tarihte başka da bir örneği yoktur. Böyle bir haykırışın sağlam bir tufan veya benzeri bir felaketle cevaplanması beklenirdi. Şikayetçiler tarih olurken ve yeni nesillere böyle şeyleri yapmanın çok yanlış olduğunun okutulmasını beklerken, Hititler'de durum tersine gelişmiştir. Halk özellikle tarım tanrısı Telepinu'dan çok şikayetçidir. Anadolunun sert bozkır ikliminde yer edinmeye çalışan Hititler kuraklıktan çok çekmişti. Bunu da dinsel bir inanca bağladılar ve tarım tanrısının sorumsuz kişiliğinde somutlaştırdılar.
Mite göre Telepinu (tabletin ilgili yeri kırık olduğu için tam anlayamadığımız bir sebepten) görevi bırakıp ortadan kaybolur. Ağaçlar kurur, ekinler solar, hayvanlar telef olur. İnsanlar kırılmaya başlar, olaylar tanrı katına yükselir. Baş tanrı Teşup Hititler'in bin tanrısını toplar, yer içerler ama keyifleri yoktur. Telepinu gidince güzel olan her şey çürümüş, bozulmuştur. Her yerde onu ararlar ama elleri boş dönerler. Teşup, tanrıça Hannahanna'nın fikrini sorar. O da Telepinu'yu bulmak için bir arıyı göndermeyi teklif eder. Teşup, bunca tanrının yanında arının böyle bir işin altından kalkamayacağını gerekçe gösterip itiraz eder. Hannahanna onu dinlemez, arıyı yollar. Minik arı Telepinu'yu bulup sokar. Tarım tanrısı sinirlenip yerinden kalkar ve evine doğru yola çıkar. Tepesi atmış (problemli) tanrımız eve dönerken yolda karşılaştığı hayvan ve insanları öldürür. Dönüş yolunda onu sağlık tanrıçası Kamruşepa karşılar. Yine bir kadın dokunuşuyla sinir küpü Telepinu'yu sakinleştirir. O da evine gidip olan biteni düşünür ve her şeyi eski haline getirir. Kadın dokunuşu önemlidir; buna geri döneceğiz.
Hitit uygarlığı dinsel düşünce ve inanç sistemlerini Hatti ve Huri'lerden etkilenerek geliştirmiştir. Hatti'lerin Kuzeyden, Huri'lerin ise Mezopotamya'dan gelişini düşünerek, kadim medeniyetlerden birçok düşünceyi miras aldıklarını kabul edebiliriz. Ayrıca dini açıdan demokratik yapıları da buna uygundu; onlar bin tanrının ülkesiydi. Temas ettikleri her ülke veya kavimden bir şeyler alıp mevcut yapılarına monte ediyorlardı. Bir açıdan kendi öncülü uygarlıkların çok iyi bir derlemesini yaptıklarını söyleyebiliriz. Buradaki en iyi örnek Huri'lerden gelen İştar'dır. Kendisi İnanna'nın devamıdır, yüce tanrıçamızı Mezopotamya'dan hatırlarsınız. Huri'lerden gelen bu tanrıça kültü zaman içinde Teşup'un kızı haline gelip İnara adını almıştır. Temel özellikleri aynıdır ama eskisi kadar etkin değildir. Yine de yapacağını yapar, beceriklidir. Bir mitte babası Teşup'un kadim düşmanı ejderha İlluyanka karşısında savaşı kaybedeceğini fark edince müdahale edip, onun adına bir festival düzenler. İnanna'nın babası Enki'ye yaptığı gibi İlluyanka'yı bir güzel içirip sarhoş eder. Sonra ejderhayı bağlayıp babasına teslim eder; Teşup da onu öldürür.
Bu mitlerde göreceğimiz gibi tanrılar pek becerikli değildir. Genellikle işleri karıştırır ya da vasat performans gösterirler. Kadınlar araya girince işin rengi değişir. Onlar erkekler gibi yapmaz; düşünmeden taşınmadan, hedefe cepheden dalıp her yeri kırıp dökmezler. Beklenmedik şeyleri (arılar, ejderhaya festival düzenlemek gibi) incelikle planlarına katar ve rakibi bunlarla alt ederler. Kadına atfedilen bu ince düşünce zaman içinde çirkinleşip onların şeytani huyları olarak kabul edilip tarihin en büyük ( ve devam eden) haksızlığı haline gelecektir. Fakat, Hititler için durum böyle değildir. Onların zamanında kadın özgür bir bireydir; hem aile, hem de yönetimde söz sahibidir. Diplomasi ve yönetimin yeri geldiğinde tamamen onların kontrolüne geçtiğini görürüz, bununla ilgili Hititler yazı dizimizde daha detaylı bilgi paylaşmaya çalışacağım. Şimdilik, şöyle özetleyelim; zamanına göre çok ileride, cinsiyet eşitliğinin sağlandığı bir uygarlığın mitlerinde de roller buna uygun biçilmişti. Bu arada ‘zamanına göre ileride’ olduklarını düşünecek kadar ahmak da olabiliriz. Yaratıcı ana kültünden savrulup aramıza katılan İnanna ve takibindeki bütün tanrıçalar bunu bize gösterir; ilkel çağların toplulukları bize göre çok daha eşitlikçidir.
Mezopotamya uygarlıklarına benzer şekilde, Hititler'de de tapınaklar tanrıların eviydi. Rahipler de onların bakımından sorumlu memurlardı. Her gün, yapılan ritüellerde tanrının içinde olduğunu düşündükleri heykel yıkanır, yağlanır, elbiseler giydirilip önünde dualar edilirdi. Ayrıca yemek ve içecekler sunulur, eğlenmesi için müzik çalınıp dans edilirdi. Rahipler kamu görevlisi gibi çalışırdı. Evleri ve eşleri vardı, ama onları sadece gündüz görebilirlerdi; geceyi tapınakta geçirmeleri gerekiyordu. Ayrıca bu rahipler, ritüel ve sunuları öncesinde temizlenmeli, tanrılarının karşısına arınıp çıkmalıydılar. Görevlerini düzgün bir şekilde yerine getirmeyen veya kurallara aykırı davranan bir rahibin cezası ölümdü. Hitit kanunlarında adam öldürme gibi suçların tazminatla karşılanma imkanı vardı, cezalar ağır değildi. Fakat, iş tanrılarla olan ilişkilere gelince çok sert davranıyorlardı. İlginç olan bu kadar riskli bir mesleği insanların gönül rızasıyla kabul etmesiydi. Anlaşılan toplumda dine bağlılık yüksekti ve rahiplerin mesleğine de saygı vardı. Fakat, bu kişilerin günlük yönetimde söz hakkı yoktu, onlar mensubu oldukları ruhban sınıfının dışına çıkmaz, siyasete müdahale etmezlerdi.
Daha önce değindiğimiz gibi, İnanna İştar'a dönüşüp, Hititler'e İrana olarak girmiş, Karkamış'ta Kubaba ve Frigler'de Kybele olarak tapılmaya devam etmişti. Ana tanrıçanın yolculuğu Anadolu'da devam ederken, onun bazı mitlerinden yeni bir fikir doğmuştu; arınma ritüelleri. İnanna'nın yeraltı yolculuğu mitinde artık o tutsak edilmiş bir kurban değil, bu bilinmez ve geri dönülmez dünyanın gizemlerine kavuşmuş, yüce bir tanrıçaydı. İrana'ya tapımlarda arınma ritüelleriyle bu gizemlere ulaşma çabası vardı. Bunlar ileride karşımıza Dionysos, Demeter ve Mithra gizem tapıları olarak çıkacaklar ve savrulan mitlerle hem dinsel düşünce, hem de sanat dünyasında önemli bir yer edinecekler. Hititler'in İrana kültünün (çok detayını bilmesek de) gizem tapılarının başlangıcı olduğunu düşünebiliriz. Zaten, Yunan mitolojisi önemli ölçüde Hitit düşüncesinden etkilenmiştir; bunun bazı önemli kanıtlarını yukarıda paylaşmaya çalıştım.
Gelecek yazıda, Dünya tarihindeki ilk gerçek tek tanrılı dine, Zerdüşt inancına bakıyoruz.
Sevgiler
Comments