Önce önemli bir çirkinliğe bakalım. Özellikle bizim toplumumuzu mahveden bir çirkinliğe. Dostoyevski'nin baş yapıtı Suç ve Ceza'dan paylaşıyorum;
Pyotr Petroviç'in oda arkadaşı Andrey Semyonoviç, hastalıklı denilecek kadar cılız, kısa boylu bir adamdı. Bir yerlerde memur olarak çalışıyordu... Yumuşak yürekli bir insan olmasına karşılık, sözlerinde kendine karşı aşırı güven, hatta bazen aşırı küstahlık sezilirdi ve bu durum onun dış görünüşüyle bir çelişki yaratırdı. İçki içmediği, kirasını da düzgün ödediği için Amalya İvanovna'nın hatırlı kiracılarından sayılırdı. Bütün bu niteliklerine rağmen, Andrey Semyonoviç aptal bir adamdı. Onu ilericilere ve "genç kuşaklarımız"a yönelten şey tutkuları olmuştu. Yürürlükteki en yeni düşüncelere, onları bayağılaştırmak için, hemen ve ne olursa olsun burnunu sokan, bazen son derece içtenlikle çalışıp çabalamalarına karşın, el attıkları her şeyi gülünç bir hale getiren, her alanda bilgisi yetersiz budalalar sürüsünden, bin bir çeşit prematüre yaratıktan biriydi.
Toplumun orta kesimine atfedilecek bir sunumdur bu. Etrafımıza bakarsak, bunlardan binlercesini görebiliriz. Sessiz ve içine kapanık kesim belki farkında belki değil; bu prematüre yaratıkları dinler, izler ve okurken büyük bir hüzün ya da sıkıntı yaşar. Neyse, konumuz her gün karşımıza çıkan bu gürültücü ahmaklar değil. Peki bu ve benzeri çirkinlikler artarken dünyayı ne kurtaracak? (*)
İyilik, kötülük, aşk, ihtiras, iktidar... hepsi denendi ama başaramadı. Peki bunların üstünden ne gelebilir? Dostoyevski'nin Budala kitabında Prens Mışkin'e söylettiği gibi; "Dünyayı güzellik kurtaracak."
Bunu benden bin kat daha iyi açıklayacak büyük üstadın Suç ve Ceza'sının finalinden bir kısmı paylaşıyorum;
... Raskolnikov Sonya'ya hızla bir göz attı, hiçbir şey söylemedi ve gözlerini yere indirdi. Yalnızdılar, onları kimsecikler görmüyordu. Nöbetçi arkasını dönmüştü. Nasıl olduğunu kendisi de anlamadan Raskolnikov birden kendisini Sonya'nın ayaklarının dibinde buldu; ağlıyor, kızın dizlerine sarılıyordu. Sonya önce çok korktu, yüzü bembeyaz, yerinden fırladı ve titreyerek ona baktı. Ama bir anda her şeyi anladı ve gözleri sonsuz bir mutlulukla parladı. Onun da kendisini sevdiğini, hem de sonsuz bir aşkla sevdiğini anlamıştı; hiç kuşkusu yoktu bundan... Demek o mutlu an gelmişti... O günün akşamı, zindanın kapıları üzerine kapanınca, Raskolnikov ranzasına uzandı ve Sonya'yı düşündü. Onu nasıl sürekli üzdüğünü, ona acı verdiğini hatırladı. Onun solgun, süzülmüş, küçücük yüzünü hatırladı. Ama bu anılar artık onu üzmüyordu. Ona bütün çektirdiklerini sonsuz bir sevgiyle nasıl ödeyeceğini biliyordu. Hem geçmişe gömülü bütün acılar da ne demekti! İşlediği cinayet, mahkumiyeti, sürgüne gönderilişi, her şey, her şey ona şu ilk coşkunluk anında kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan, kendisinin dışında ve ötesinde tuhaf gerçekler gibi görünüyordu. Aslında bu akşam hiçbir şey üzerinde durup uzun uzun düşünecek, zihnini belli bir noktada yoğunlaştıracak halde değildi. Şu anda bilinçli olarak herhangi bir şeyi çözebilmesi de olanaksızdı; şu anda o yalnızca hissediyordu, yalnızca duygular vardı onun için. Diyalektiğin yerini hayatın kendisi almıştı, öyleyse bilinç düzeyinde de bambaşka şeyler edinmesi gerekti. Ama burada yeni bir öykü başlıyor: Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü...
Zülfü Livaneli, Ada (**) şarkısının repliğinde kullanır bu fikri;
Dünyayı güzellik kurtaracak,
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey. (***)
Suç ve Ceza'nın finalini özellikle seçtim bunun için, çünkü şarkının repliğindeki fikir bütünlüğünü, edebi dille çok güzel açıkladığını düşünüyorum.
Dostoyevksi'yle ilgili önceki paylaşımımda belirttiğim gibi, bu kitabı 20 yaşımdayken okumuştum. Benliğime kazınan etkisini hiç hafife almadım ve kendime söz verdiğim gibi 40 yaşındayken tekrar okudum. Muazzam finalini Budapeşte hava limanında, kirli, gürültülü bir kafede, dip dibe sandalyelerin birine ilişip bitirmiştim. Önümden akan turist seli, çeşit çeşit lisan, bağırış çığırış bir yana kalmış, ben kitaba gömülmüştüm. Aynen 20 yaşımdaki gibi kapattım kapağını, içimde bir fırtınayla...
Umarım, 60, 80 ve belki 100 yaşımda da okurum. Yine aynı fikre sarılırım; Dünyayı güzellik kurtaracak...
Sevgiler
(*) => Fiziksel dünyamızı kurtarmak değil, kendimizden korumamız gerekiyor. Burada bahsettiğim sosyal dünyadır.
(**) => Bu şarkıyı Ada (Dünyayı Güzellik Kurtaracak) link'inden dinleyebilirsiniz. Devrimci marşı havasıyla karışan repliği insanı temelden sarsıyor.
(***) => İkinci kısmını Sait Faik'in bir öyküsünden almıştır. Aslı şöyledir: "Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda bir insanı sevmekle bitiyor."
コメント