Bu yazıda çocuk eğitiminin kritik noktalarına bir kez de 9. sanat dalı olarak görülen çizgi romanlarla değineceğiz. Ama önce çizgi romanla ilgili olası önyargıyı yıkmamız gerekecek. Yoksa çizgi romanı sadece manga ya da eskilerin tabiriyle Tom Miks ve Texas olarak düşünürsek çocuk eğitimine samimi bir katkımız olmayacaktır.
Scott McCloud'un Çizgi Romanı Anlamak adında çığır açan bir kitabı var. Bu kitapta hem çizgi romanın tanımı ve özellikleri, hem de sanatın varlığı ve önemi çok güzel bir dille (ve çizimle) anlatılıyor. McCloud'un tanımıyla çizgi romanı "Ardışık Sanat" olarak düşünebiliriz. Bu sanat dalının önemli bir özelliği; eserde karikatürize edilen bireyleri samimi (ve sevimli) bulduğumuz için diğer türlere göre inandırıcılığın yüksek olması. Çünkü çizimin basitliği onu bize yakın kılıyor ve çizerin mesajını daha kolaylıkla benimsiyoruz. Ayrıca hikayeyi anlatan kareler arasındaki boşluğu (kimi zaman tek bir an, kimi zaman yıllar) hayal gücümüzle dolduruyor ve farkına varmadan çizgi romanla bir ilişki kuruyoruz. Prehistorik çağlardan bu yana hikaye anlatımı için kullandığımız çizgi roman aynı zamanda yazının da kökenini oluşturuyor. Mağara resimlerinde idealize edilen kişi, canlı ve kavramlar zaman içinde ideogram ve piktogramla yazı dilinin temellerine dönüştü. Ardından, sembolize ettiği kavramdan tamamen soyutlanıp harfler haline geldi ve kültürümüzün temelini oluşturdu. Anlaşılması kolay, yaratıcılıkta sınır tanımayan ve samimi hatları sayesinde mesajını kolayca veren çizgi romanlar, iyi bir ustanın elinden çıkınca edebi eserlerle yarışacak kadar güçlü olabilir. 1980'lerden itibaren çizgi romanların karikatür, Manga ve Comics'lerden ayrı bir varyantı ortaya çıktı. Çizerler, komik ya da aksiyon dolu hikayelerin dışına çıkıp gündelik hayatın sorunlarına değinen eserler vermeye başladılar. Son birkaç yıldır, biz de ön yargımızı yıkıp bunları keşfetmeye başladık ve artık kütüphanemizde önemli bir yer işgal ediyorlar. İşte bu yazıda, çocuk eğitimiyle ilişkili olduğunu düşündüğüm bazı kitapları sizlerle paylaşacağım. Gayet çarpıcı konuları ve bunların ele alımındaki pürüzsüz dokusuyla ilginize değerler.
Çizeri Frederik Peeters'ın otobiyografisini okuyoruz bu eserde. Aşık olup evlendiği kadın ve 5 yaşındaki oğlu HIV pozitiftir. Frederik, konu hakkında en ufak bir fikri olmadan, tehlikeli bir hastalığa sahip olan çocuğu nasıl büyüteceklerini; gelişiminde pürüz yaşamadan, yaşıtlarından ayrı bırakmadan onu nasıl koruyacakları üzerine kafa yormak zorunda kalır. Ayrıca, kendine bulaşma riskini de düşünerek korkuya, umutsuzluğa kapılır ve bu bencil halinden çok utanır. Bütün bu gel gitler sırasında çocuğu büyütmek, onu mutlu etmek için ellerinden geleni yaparlar. Beraberinde kendi ruh ve beden sağlıklarını da korumak için çalışırlar. Peki bunu nasıl yaparlar? Yoğun sevgi ve içten ilgiyle...
Bu sefer de Fabien Toulme'nin otobiyografisine bakıyoruz. Fabien'in derdi; yeni doğan kızları, tatlı kuzusu Down sendromlu olarak doğmuştur. Fabien önce kızından çekinir, nasıl büyüteceği konusunda endişelenir, korkar ve inkar eder. Zamanla ona alışır, çünkü ne olursa olsun kızına karşı kalbi sevgiyle doludur. Bakımını üstlenip onunla vakit geçirmeye başlar. Böylece, farklılığın özümsenebildiği bir ortam kurulur. Sağlıklı ve mutlu bir aile ortamı için reçete yine aynıdır; sevgi ve ilgi yeterlidir.
Sıradaki otobiyografimiz Alison Bechdel'in. Fakat, bu sefer hikayemizin mutlu bir sonu yok. Alison'un babasıyla ilişkisine odaklanan ama fonda edebiyat dünyasının devleri James Joyce ve Marcel Proust hakkında da bol bol konuşulan kitap, bizi sevgi ve ilginin yokluğunda bir ailenin uçuruma nasıl sürüklendiği ve çocuklar üzerindeki etkisini gösteriyor. Alison'ın babası onu sürekli kendinden uzak tutuyor. Onunla sadece yüzeyde ilgilenip, derindeki ihtiyaçlarını karşılamıyor. Sevgi ve ilgiye olan özlemi hiç doyurulmayan Alison zamanla babasına yabancılaşıyor, ama bu sırada onun gizli gerçeklerini ve karanlık hikayesini de öğreniyor. Çizerin kendine hayran bırakan cesaretiyle, dürüst bir şekilde ele aldığı eseri bize çıkmaz yolun yani duygusal yoksunluğun nelere sebep olacağını çok güzel gösteriyor.
Alison Bechdel'in yolculuğu devam ediyor. Bir önceki kitapta babasına odaklanan çizer, bu sefer annesiyle çarpık ilişkisini bizimle paylaşıyor. Babasıyla mutsuz bir evlilik yaşayan ve ideallerini yerine getirememiş mutsuz annesi, kızını öpmeyi ve sevmeyi o 7 yaşındayken bırakıyor. Bu yaştan itibaren ailesinden manevi anlamda hiçbir şey alamayan Alison içine kapanıyor. Mutsuz çocukluğunun bana en çarpıcı gelen anlarından birisi 12 yaşında okula gittiği bir gün sabahtan akşama kadar hiçbir şey konuşmadan eve dönmesiydi. Derslerle ilgisi yok, arkadaşı yok, etrafında hiçbir şey yok. Bu şekilde yaşanan bir çocukluk ondan kalıcı izler bırakıyor. Yetişkinliğinde zamanının önemli bir kısmını psikologlarda harcayıp, travmatik geçmişinin yarattığı komplikasyonları çözmeye çalışıyor. Bu sırada fonda bizi iki önemli insan bekliyor; 20. yy psikanalizinin önemli uzmanlarından Donald Winnicott ve edebiyatın önemli mihenk taşlarından Virginia Woolf. Sadece eserleriyle tanışmıyor, yaratım süreçlerinin nasıl olduğunu da görüyoruz. Hatta esinlenme dönemlerinde yaptıkları yürüyüşlerinin krokilerine kadar. Ana öyküde ise Alison kendisiyle, geçmişiyle ve ailesiyle yüzleşmeye devam ediyor. Sevgi ve ilgi yoksunluğu yüzünden oluşan hafif travması ve belki psikopatolojisi ilehepimizin önünde cesurca yüzleşiyor.
Bu sefer bir biyografi var karşımızda. Çizer Derf Backderf bize liseden bir arkadaşının hikayesini anlatıyor. Konu aldığı kişi ise ünlü seri katil Jeffrey Dahmer. 1978'den 1991'e kadar 17 insanı öldüren Jeffrey, kurbanlarına işkence eden, onları yiyen ve arta kalan kemikleri saklayan bir katil. Ruh hastası diyemiyoruz, çünkü yapılan detaylı analizler ve tetkikler sonrası ruhsal sağlığında bir sorun olmadığı ortaya çıkmış. Jeffrey'in en büyük derdi ailesi. Yakın çevrelerinde paranoyak olduğu düşünülen ebeveynleri hayatı hem kendilerine, hem de çocuklarına zindan ederler. Annesinin ruhsal sağlığı ciddi anlamda bozuktur, hatta bir süre hastanede tedavi de görmüştür. Jeffrey'in evinde kavgalar, krizler, travmalar normal şeylerdir. Bu esnada oluşan çarpık görüşleri ve engelleyemediği güdüleriyle, yakaladığı hayvanlara işkence etmeye başlar. Bunun yanlış olduğunu bilir ama kendini durduramaz. Tam onlara ihtiyacı olduğu dönemde anne babası boşanma kararı alır. Jeffrey kendi zindanında yaşarken, ailesinin korkunç derecede yıpratıcı boşanma sürecine maruz kalır. Genç yaşta kendini alkole verir, ama bu keyif almak ya da esriklik için değil, sadece ve sadece kim olduğunu, ne istediğini unutmak içindir. Bu da sorunlarını çözmez ve cinayetler başlar. Çizerimiz bize kendi halinde, tuhaf, asosyal bir gençten böyle bir canavarın nasıl ortaya çıktığını anlatır. Çatışma halindeki ailesinin unuttuğu bu çocuğun içindeki yoğun karanlık ortaya çıkmıştır.
Sevgi ve ilgi bu çizgi romanların ana temasını oluşturuyor. Bunu yoğun bir şekilde veren aileler çözümü olmayan hastalık ya da sendromlarla bile başa çıkabilirler iken, yokluğu en basit haliyle travmalar yaratıyor. Ağır komplikasyonlarda ise canavarlar ortaya çıkıyor. Hepimizin bildiği ama son dönemin "gelişmekte ülkemizde” değişen/dönüşen aile bakışıyla önemini yitirmeye başlayan bu ikiliyi bir kez de çizgi roman çizerlerinin bu çarpıcı hikayeleri ile anlatmaya çalıştım.
Sevgiler
コメント