Bu yazıda Prog Rock'ın 70'lerdeki daha ılıman gruplarına ve 2000'lerdeki iki önemli takipçisine yer vereceğim.
Renaissance, Prog Rock grupları arasında ayrı bir yer tutar. Parçalarında daha fazla klasik müzik teması içerir. Grubun vokalisti Annie Haslam, geniş vokal bandı (5 oktav) ve güzel sesiye şarkıları çok zenginleştirir. İngiliz kökenli grup, diğer grupların aksine başarısını Amerika'da sağlar. Northern Lights, grubun en çok bilinen şarkısıdır. Popüler müziğe yakın ve melodisi güzel bu şarkı dışında, Prog Rock kapsamına girebilecek ünlü şarkıları arasında Ashes Are Burning ve Mother Russia yer alır. En ilgi çekici çalışmalarından birisi de Song of Scheherazade'dır. Rimsky Korsakov'un Şehrazad eserinin ilk kısmındaki ana melodiyi barındıran, ama bütününde 1001 Gece Masallarını farklı bir şekilde yorumlayan bu uzun parçayı dikkatinize değer görüyorum. Grup, diğer prog-rock grupları gibi 80'lerde başarı elde edemeyip dağıldı. Birkaç defa tekrar toplanmasına rağmen eski günlerini yakalayamadı.
Üniversite günlerimizde çok revaçta olan bu grubun seçtiği müzikal tür zaman içinde değişerek ilerlemiştir. Özünde bir blues grubu olarak başlayıp prog-rock'a geçmiş, 70'lerin ikinci yarısında da Folk Rock'ı tercih etmişti. 80'lerde daha elektronik bir yapıya kavuşan grup 2000'lerde de yoluna devam etti. Ian Anderson'ın ikonik karakteri, flüt şovları ve gruba simge olan duruşu, Jehtro Tull'ı diğerlerinden ayırmış, önemli bir fan kitlesi yaratmıştır. Renaissance gibi o da daha yumuşak (yada kabul edilebilir) bir tema sunar. Albümleri arasında prog-rock kapsamına alınabilecek en önemlisi Thick As A Brick'tir. Albüm sadece 2 parçadan oluşur ve türden türe atlayıp eğlenceli bir dinleti sunar. Jehtro Tull'ın diğer albümlerinde de çok güzel parçalar vardır (Aqualung yada Teacher gibi), fakat Thick As A Brick'teki havayı taşımazlar.
Kanada asıllı ünlü rock grubu Rush, 70'lerin sonlarında progressive alanına geçmeye karar verdi. Kendi söylemlerine göre, Yes, Van der Graaf Generator ve King Crimson'dan etkilenen grup dinlemekten bıkmayacağınız A Farewell to Kings ve Hemispheres albümlerini çıkarttı. Benim bunlardan favorilerim Xanadu ve The Trees'dir. (*) Grup daha sonra progressive kimliğini bırakıp, klasik rock alanında devam eder ve 80'lerin başında uluslarası bir başarı yakalar.
70'lerdeki bu atılımın, (bana göre) önemli üyelerinden bahsettim. Peki bu türün neden devamı gelmedi? Eleştirmenlere göre sebepler şu şekilde;
Grup üyeleri, üniversiteli beyazlardı. Alt kesimin dertlerini anlamıyor, kendi ulvi bakış açılarına göre, felsefi ve deneysel bir yaklaşımla müzik yapıyorlardı.
80'lerin başında yükselmeye başlayan Punk kültürü, Prog Rock'un virtüözite isteyen kompleks müziğini kabul etmiyordu. Çalınması için çok fazla eğitim ve tecrübe isteyen parçalar genele yayılamıyor, tekrarlanamıyordu. Plak şirketleri artık bu kompleks, deneysel ve zor müziğe öncelik vermiyorlardı.
Gruplar çok çabuk dağılıyordu. 70'lerin başında kurulan büyük grupların neredeyse hepsi 5-10 yıl içinde dağıldı. Haliyle, müzikal imzalarını oluşturup, miras bırakacak zaman kalmıyordu.
Prog Rock'ın 2000'lere geldiğimizde ise iki önemli takipçisini görebiliriz.
1985'de kurulan, ama '92 yılında çıkardıkları Images and Words'le global üne kavuşan grup, Progressive Metal türünde değerlendirilir. Aşırı kompleks ritmleri, davul geçişleri, lead gitar, klavye ve bas gitarın hem partisyonları, hem de soloları ile baş döndürür. Bunun çok iyi bir örneği Take The Time'da görülebilir.
Grup, her bir albümünde ayrı bir temayı işlemeye çalışır. En belirgini Metropolis Pt.2: Scenes from a Memory adlı albümdedir. Şarkılarda psikolojik terapiye giren bir adamın öyküsü anlatılır. Muazzam detayda işlenen albümde özellikle final parçası, Finally Free dikkate değerdir. 2000'lerdeki albümlerinde de gayet güzel çalışmalar görebiliriz. Grup, 11 Eylül olaylarını ele alan Sacrificed Sons, ya da ünlü tarikat hakkında yazıp besteledikleri Illumination Theory gibi çok farklı alanlara girer. Üyelerinin virtüözitesi, In the Name of God'un sonundaki klavye-lead gitar solosunda zirve yapar. Fakat, 70'lerdeki Progressive Rock gruplarının derinliğine inebildiklerini söyleyemeyiz. Yine de soğuk ve karanlık gecelerimde (**) bana çok destek olmuş bu grubu 20 yıldır kesintisiz dinlerim.
80'lerde kurulan bu grubun, 90'larda yükselen Prog Rock temasıyla beraber melankolik bir havası vardır. Grubun en önemli üyesi ve çekici gücü Steven Wilson'dır. Grubu harekete geçiren bu çok yetenekli adamın güzel sesi, başarılı parçaları ve birçok enstrümandaki uzmanlığı dinlemeye değerdir. Özellikle, Anesthetize'de bunu çok iyi bir şekilde sergiler. Yine aynı seviyede The Start of Something Beautiful'u gösterebiliriz. Steven Wilson'ın solo kariyer tercihiyle grup dağılmıştır. Kendisi yine çok başarılı parçalarla yolunu devam ediyor. Özellikle klibiyle birlikte daha da anlam kazanan Routine adlı parçasını tavsiye ediyorum. Klibin 7. dakikasında görünen gazete küpürü bu rutinin korkunç sebebini açıklıyor.
Bu derlemenin de sonuna geldik. Umarım müzik zevkinize çok aykırı düşmeyecek bir seçki sunabilmişimdir.
Sevgiler
(*) => Bu albümlerde yer alan iki parça Cygnus X-1 adlı ölen yıldız ve karadelik ikilisi hakkındadır. 60'lardaki keşfinden sonra fizik camiasını ikiye bölmüştü. Bir grup bilim insanı ışıyan bir karadelik olduğunu, diğer bir grupsa (Stephen Hawking'in dahil olduğu) bir yıldız ve onu yutan bir karadelik ikilisi olduğunu düşünüyordu. İkincisinin doğru olduğu 90'larda kanıtlandı.
(**) => Bu sözü Illumination Theory'den alıyorum. Kanser olduğum dönemde bol bol dinlediğim şarkının sözlerini aşağıda görebilirsiniz;
To really feel the joy in life
You must suffer through the pain
When you surrender to the light
You can face the darkest days
If you open up your eyes
And you put your trust in love
On those cold and endless nights
You will never be alone
Passion glows within your heart
Like the furnace, burning bright
Until you struggle through the dark
You'll never know the joy in life
Σχόλια