Okul zamanı akademisyenlerde görmeyi beklediğim bir şey vardı; pantolon askısı. Filmlerde görüyorduk bunu; akademisyen dediğin kişinin alametifarikası bu olmalıydı. Fakat, bölümü ilk dolaştığım günlerde gördüğüm hocalar basbayağı kemer takıyordu. Birisi dışında. Topluca odasına gitmiştik, bir şeyler soracaktık herhalde. O zamanlar ilkokulda okuyan oğluyla karşılamıştı bizi. Her ikisinde de pantolon askısı vardı, işte bu demiştim. :)
Erol Hoca, biz öğrencilerini bölümün genel havasının (aşırı teknik ve matematik) biraz da olsa dışına çıkarıp sosyal bir vizyon katmaya çalışıyordu. O günlerde bunu tam olarak anlamadığımı itiraf ederek konuyu açmaya çalışacağım. Kendisiyle asıl temasımız dördüncü sınıf itibariyle olmuştu. Dönem başında proje seçme çabasıyla hocaları geziyor, açılan projeler hakkında bilgi almaya çalışıyorduk. Erol Hoca’nın danışmanı olacağı, şehir dışında yapılacak (Kayseri'de bir hastane diye hatırlıyorum) bir proje vardı. Biz öğrenci halimizle nasıl gidip geliriz, nerede kalırız diye sorular sorunca: "Kamil Koç internet'den bilet satışlarına başladı, oradan bakabilirsiniz." demişti. O zamanlar biz daha Google'ı bile duymamıştık. Bilet almaya AŞTİ'ye gitmekten başka yol bilmiyorduk. Ayrıca bölümde kredi kartı olan da üç beş kişiydi sadece. Fakat; o, bizim anlamaz bakışlarımıza gülümseyip bilgisayarı gösteriyordu. Biz o sırada can derdinde, yapılabilecek en kolay proje ve makul hocalar peşindeyiz. Tek derdimiz bu olduğu için gösterdiği şeyi tam olarak anlamamıştık.
Aynı sene seminer dersleri vardı. Erol Hoca, çeşitli alanlarda çalışan mezunlarımızdan bir çok kişiyi davet ediyordu. Seçimlerini çok iyi yapıp birbirine yakın ya da uyumlu kişileri topluyordu ki, aralarında çıkacak tartışmalarla olay bir anda günümüzün saçma sapan akşam programlarına dönmesin. Diğer derslere çoğunlukla isteksiz katılırken bunları kaçırmamak için uğraşıyordum. İnsanları dinlemek, ben ileride ne olacağım sorusuna bir nebze cevap almak, bir de (ne yazık ki) diğer derslerde göremediğimiz bir eğlenceyi tatmak, çok iyi geliyordu. (*) Gelen insanlar sadece mevcut iş ve projelerinden değil, beraberinde okul yıllarından bahsediyorlardı. Bu bizim gibi ortalama ve/veya vasat tipler için çok iyiydi, çünkü gelenler sadece okulun başarılı çocukları değildi. Öğrencilik günlerinde daha farklı şeyleri de hayatlarına katmış, eğlenmiş, tecrübe etmiş, sonra (tabiri yerindeyse) takımları giyip sanayiye katılmışlardı. O günlerde şimdiki gibi okullara konuşmalara giden üst düzey yönetici furyası olmadığı için bizim gerçek hayatla ilgili bilgi alabileceğimiz başka bir kaynak da yoktu. Ayrıca işin teknik boyutu yanında sosyal anlamda ne ile karşılaşacağımızı görmek, harika bir deneyimdi. Tabi burada esas olan moderatördü. Erol Hoca, gelen bu insanların konuşmalarına dahil olup örnekler verişi ve çoğunu yakından tanıdığı için havayı yumuşatan samimi sohbetleri sayesinde, bir nevi bir talk-show dinleyip, geleceğe buğulu bir pencereden bakıyorduk.
Okul bitti, askerlik vs derken kendimi iş hayatında buldum. Kendi dönemimden bir arkadaşımın tavsiyesiyle ListEM'e girdim. Tabi ListEM'in en şaşalı günleriydi. Cemalettin Nuri Taşçı ve Turgut Uzer gibi büyük ustalarımızı hayran hayran okuyorduk. Utana sıkıla da olsa ben de bir şeyler yazmaya başladım. Kariyerlerinin zirvesinde, her anlamda güçlü-kuvvetli bu insanlar hiç tepeden bakmadılar, kibirlenmediler. Mütevazi bir dille övdüler, yerdiler, sorguladılar yazdıklarımı. Ben de bunun sayesinde, belki de okul hayatı dışında ilk defa bir şeyi doğru düzgün araştırmadan, anlamadan, dinlemeden üstüne konuşmamayı öğrendim. Toplumun genelinde hiçbir işe yaramayan bu özellik, bu aydınlık insanlar arasında benim de entelektüel zeminimi sağladı. Ve en güzel kısmı; yanında bu büyük ustalardan mütevazilik dersleri de aldım. Bu anlattıklarımda ne kadar başarılı olduğumu hayat gösterecek, sonuç aldığımı iddia edemem. Fakat, onlar ellerinden geleni yaptılar. (**) Bunların yanında ListEM iş bulmamı, kariyer yapmamı sağladı. Teknik konularda danışmanlık alıp bir çok kaliteli insanla tanıştım. Ama yine esas olan Erol Hocaydı. Yazılar ve yazılanlar üzerinde olabildiğince az denetim kurar ama zenginleşmesi için elinden geleni yapardı. Biz hararetle bir konuyu tartışırken adeta mühimmat desteği yapar, o alanla ilgili bir kitap, web sitesi, video bulur paylaşırdı. Sonra bu yazışmaları arşivler, zamanı gelince tekrar çıkarıp kalitenin korunmasını sağlardı.
Yıllar geçti günümüze geldik. Ben, ListEM'e tekrar yazmaya başlamış ama resmen bunu iş edinmişim. Erol Hoca'ya özelden bir foto gönderdim, üzerinde çalıştığım gotik ve korku edebiyatıyla ilgili biriktirdiğim kitapların bir fotosu. "Edgar Allen Poe yok mu?" diye sordu. Ben, Poe'yu sadece polisiye öykü-roman yazarı olarak biliyordum. "Aa yok öyle değil, bak.." dedi ve her nasıl olduysa, dakikalar içinde benimle korku edebiyatıyla ilgili web siteleri, incelemeler, makaleler, kitap listeleri, akademik dersler, karikatürler, resimler paylaştı da paylaştı. Luftwaffe yoğunluğunda bombardıman bittiğinde, benim önümde neredeyse bir yılımı alacak bir yol açılmıştı. Resmen şoka girdim. Erol Hoca'nın özel alanı değildi korku edebiyatı, ama dakikalar içinde bu kadar kaynağı bulmasına engel değildi bu durum. Araştırmayı biliyordu. Web'deki yoğun kirliliğe rağmen işe yarar şeylere kolayca ulaşıyordu.
İşte okul zamanında bizimle paylaşmaya çalıştığı buydu. Teknik bir bölüm olmamıza rağmen sosyal boyutu görmemizi istiyordu. Sadece denklemleri çözüp (ki onlarda çok iyi yapılandırılmış ve çözüme hazır) hayata hazırlanamayacağımızı söylüyordu. Sistematik yaklaşım sadece adı konulmuş modelleme tekniklerini kullanarak gerçek hayatın kaosunda mümkün değildi. Konuya vakıf olabilmek için derinlemesine araştırma, paylaşma, tartışma gerekiyordu. Bu bir web taraması, bir mail grubu ya da bir seminer olabilirdi, ama yeter ki çaba gösterilsin. Öğrenmek için illa bir okul, ya da başımızda bekleyen bir hocaya gerek yoktu. Kayseri'deki hastaneye biz nasıl gideriz diye tutulup kalacağımıza, Kamil Koç'un otobüsüyle saat kaçta gideceğimizi söyleyip, hastaneye yürüme mesafesinde yorumları gayet iyi bir otelden ön rezervasyon alarak, "Parasını öder misiniz, biz öğrenciyiz." diye bizi çağıran yöneticileri aramalıydık. Şu an herkese çok kolay gelen bu süreç o günlerde fark yaratırdı, o yüzden önemliydi.
Bugün de aynı şekilde. Open Science gibi kavramlar yükseliyor. İnsanlar bilgi paylaşıyor, kod paylaşıyor, destek oluyor ve bunların arasında kalıcı olanlarda hep o kalite kokusu alınıyor, işe gerçekten yarıyor. Sadece, Erol Hoca'nın bize göstermeye çalıştığı gibi bıkmadan usanmadan kazıp onu bulmamız gerekiyor.
Sevgiler
(*) => Burada bölüm hocalarından itirazlar kopabilir. Teknik matematik ve diğer uygulamalı bilimlerle dolu derslerde çiçekler mi dağıtalım, nasıl eğlenceli olsun diyebilirler. Kısmen, o da konuların ağırlığından kendilerine hak verebilirim, ama yapıcı bir eleştiri olarak kabul etmelerini umut ederek şunu söyleyebilirim; dersleri siyah-beyaz hatırlıyorum hep. >>
(**) => Toprağı bol olsun, rahmetli Turgut Uzer, o zamanlar Sabancı'dan otomotiv ve lastik grubunun tepesinde. Bir gün özelden yazdı bana. Ben o dönemde Gölcük'ün harika deniz kenarı beldesi Değirmendere'de yaşıyorum. O da gençliğini orada geçirmiş. Yazdıklarımı okudukça o günlerini hatırladığını ve istersem anılarını anlattığı kitaplarını göndereceğini yazmıştı. Memnuniyetle kabul etmiştim, hala kitaplığımın baş köşesindeler. Diğer bir usta Cemallettin Nuri Taşçı, yazdıklarımı sonuna kadar inceler, eleştirir, çok özel ilgi gösterirdi. Felsefi bir alana girdiğim zaman yakamı bırakmaz, sonuna kadar sorgulardı. "Utkan, şu kelimeyi yakışıksız kullanıyorsun, aslında böyle olmalıdır." gibi açıklamalarını hiç unutmam.
Comments