Merhaba,
Korku Edebiyatı serisinde incelemeye başladığımız vampirleri bir de vizyonda seyredelim. Bu bölümde Bram Stoker'ın Dracula romanından uyarlama filmlere bakacağız. Bunların arasından yaptığım seçkide beğendiğim kısımları ön plana çıkarmaya çalıştım. Kronolojik sıra yerine, öne çıkan özelliklere göre gruplayarak sunuyorum.
Bram Stoker'ın romanından ilk uyarlamadır. Çekim öncesinde telif hakkı alın(a)madığı için isimler değiştirilip, senaryoyla önemli ölçüde oynanmıştı. Kont Dracula yerine geçen Kont Orlok kel başı, pörtlek gözleri, sivri burnu, bitişik sivri dişleri ve uzun tırnaklarıyla bir canavardan çok fareye benziyordu. Her ne kadar bunu (fareyle aynı aileden) yarasaya benzetmek için yapmış olsalar da, başka bir anlam da içeriyordu. O yıllarda Almanya'da yükselen anti-semitist görüş Yahudileri farelere benzetiyor, onları ülkeyi istila eden kemirgenler olarak tasvir ediyordu. Filmin yönetmeni Wilhelm Murnau böyle bir görüşleri olmadığını defalarca dile getirmişti ama Alman Savaş Makinesi yazı dizisinde gördüğümüz propaganda aygıtı bu fikri bol bol kullandı. Onlar kan emen vampirler, hastalık yayan farelerdi. Bu kötü yönde kullanılan imajına rağmen, film çok büyük başarı sağladı. Kitaptaki olayların üstüne eklenen farelerin şehri istilası ve veba salgınıyla insanların ölmesi konuyu zenginleştirmiş, Nosferatu'nun gücünü arttırmıştı. Filmin finalinde Ellen (Orjinalde Mina Harker) vampiri ancak kendisini feda eden bir kadının durdurabileceğini anlıyordu. Bunun için Kont Orlok'u kendisine çekip, güneş doğuncaya kadar kanını emmesini sağlıyordu. Gün doğumunu fark eden Kont kaçmaya çalışıyor ama güneşi görünce buharlaşıp ölüyordu. Vampirler, bu filme kadar kalbine kazık saplanıp ya da boğazının kesilmesi ile ölürken, ilk defa güneşin gücü kullanılmıştı. Telif hakkı yüzünden açılan davayla filmin kopyaları imha edilirken, Amerika'ya yollanan bir kopyanın yıllar sonra şans eseri bulunmasıyla bu harika filmi bizim de izleme şansımız oldu.
1922 yılı versiyonuna sadık kalınarak çekilen bu filmde oyuncular bizi orjinal isimlerle karşılar. Kont Dracula rolünde Klaus Kinski bakışlarıyla bile korku salarken, Isabelle Adjani ise Lucy Harker performansıyla harika bir performans sunar. Murnau'nun senaryosu birebir takip edilirken, film gotik ve derin bir atmosferle korkutucu ama çekici bir havaya bürünür. Fondaki harika müziğin eşliğinde, karanlık ve ıssız şehirin sokaklarında, yumuşak ve büyülü tonlarda yapılan çekimler insanı ekran başına kitler. Filmde (bana göre) iki önemli sahne vardır. Fare ordusunun yarattığı veba salgınıyla çıldıran halkın Ölüm Dansı sahnesi ve Lucy'nin Kont Dracula'yı tuzağa düşürüp sabaha kadar kanını emmesi sağladığı Kan İçme sahnesi. İnsanı rahatsız eden ama sanatsal derinliğiyle cezbeden bu sahneleri dikkatinize sunuyorum. (*)
Drakula İstanbul'da - 1953
Bu film, Ali Rıza Seyfi'nin Dracula'dan esinlenerek yazdığı Kazıklı Voyvoda adlı kitaptan uyarlanmıştı. Önemsiz görünmesine rağmen, otoritelere göre Drakula İstanbul'da vampir sinemasında ilk 10'a girmeyi başarmıştır. Atıf Kaptan, Kont Dracula'yı canlandırırken, Güzin (Mina Harker) karakterine Avusturya kökenli bir revü dansçısı olan Annie Ball hayat vermişti. Bu filmde bazı ilkler de vardı; Kont ilk defa sivri dişlidir, duvarlarda yürür ve şatosunda yaşayan dişi vampirlere yeni doğmuş bebek getirir. Kıyafetleri, duruşu ve güçlü hitabıyla bir İstanbul Beyefendisi hissi veren Kont'un filmin finalinde Güzin'i hipnotize edip kendisi için dans ettirdiği sahne çok güzeldir. Vampir kontumuz filmin sonunda kalbine kazık saplanarak öldürülür. Zor bir konuyu düşük bütçesine rağmen ele alışıyla övgüye değerdir.
Dracula'nın Dehşeti adıyla gösterime giren filmde Kont Dracula'yı efsane oyuncu Christopher Lee canlandırırken, Doktor Van Helsing'i Peter Cushing oynuyordu. Christopher Lee heybetli görüntüsü ve çekici kıyafetleriyle göz doldururmasına rağmen bu versiyonda ikinci planda kalıyor, diğer uyarlamaların aksine Van Helsing ön plana çıkıyordu. Ama bu karakter kitaptan biraz farklı ele alınmıştı. Hollanda yerine İngiliz vatandaşıydı, genç ve yakışıklı bir beyefendiydi. Van Helsing'i canlandıran Peter Cushing (ki kendisini Star Wars serisinden de biliriz) metafizikle uğraşan yaşlı profesör yerine, daha çok Sherlock Holmes'a benzeteceğimiz bir karaktere bürünmüştü. Film boyunca onun araştırmalarını, vampirin doğasını keşfedişini ve nerede saklandığını bulma çabasını izleriz. Filmden Dracula'nın Ölümü sahnesini dikkatinize sunuyorum. Burada da göreceğiniz gibi (en azından bana göre) Dracula çok akıllı olmayan ama gösterişli bir canavar olarak sahnededir. Van Helsing onu çok kolay kandırır ve yok oluşunu hızlandırır. Vampirin güneşi görünce küle dönüşmesi bu filmde ilk defa sahnelenmiştir.
Bu sefer karşımızda Dracula rolünde Frank Langella var. Bana göre bütün versiyonlar içinde en etkileyici Kont Dracula performansını Langella sergilemiştir. Bu filmdeki vampir yine bir aristokrattır, her zamanki gibi çok etkileyici ve karizmatiktir. Fakat bunun üstüne başka özellikleri vardır; eşi olacak kadını arayan bir romantiktir. Ona usulünce, yavaş yavaş kur yapar. Naziktir, beyefendidir, kana susamış bir canavardan çok karanlık bir sanatkar gibidir. Etkileyici bakışları ve ses tonuyla kadını tamamen ele geçirir. Flesh of My Flesh sahnesinde Lucy'yi nasıl kendine çektiğini izleriz. Burada ne büyü, ne aldatmaca vardır. Erkek kur yapar, kadın da onu kabul eder. Filmin çekildiği atmosfer de çok zengindir; sarp kıyıyı döven bir deniz, tepelerde görkemli bir şato, çıldırmış delilerle dolu tımarhane ve tekinsiz bir orman vardır. Kont Dracula'nın karizmasına kendimizi öylesine kaptırırız ki, Harker ve Van Helsing'e kızar, romantik vampirimizin peşine düştükleri için lanet ederiz. Filmin sonu da başı kadar görkemlidir. Yine güneş temalı bir ölüm vardır ama bu sefer yerlerde sürüneceğine, sonuyla göklere çıkıp yüzleşir. Bir de Mina'nın A Vampire sahnesinde, babasına sarılışı da bu filmin unutulmaz anlarındandır.
Francis Coppola'nın yönetmenliğini yaptığı film ünlüler geçidi gibidir. Kont Dracula'yı Gary Oldman, John Harker'ı Keanu Reeves, Van Helsing'i Anthony Hopkins, Mina Harker'ı Winona Ryder canlandırır. Orjinale çok yakın görünen bu versiyonda önemli bir ayrım vardır; Mina Harker kendi isteğiyle Kont Dracula’yı kabul eder ve ölümsüzlükle ödüllendirilir. Filmin ayrıntılarında gördüğümüz gibi; 19. yy sonu İngiltere'sinde kendisine biçilen hanım hanımcık rolünü yerine getiren ama içinde fırtınalar kopan bir kadındır o. Her ne kadar nişanlısı John'u çok sevse de, (gerçekten mi böyleydi senaryoda, yoksa Keanu Reeves'in kötü performansı mıdır bilmiyorum) pasif, donuk, sığ eşinde aradığını bulamaz. Kitaptan ayrı olarak Kazıklı Voyvoda'ya direk bağlanan Dracula'nın hikayesinde ise Mina'ya birebir benzeyen genç prenses Elizabetha vardır. Kocasının Türklerle savaşında şehit düştüğüne dair (asılsız) bir bilgi alır ve acısına dayanamayıp intihar eder. Vlad savaştan döndüğünde karısının başına gelenleri öğrenip kahrolur. Onu kutsamayı kabul etmeyen rahiplere isyan edip Tanrıyı tamamen reddeder. Böylece yaşayan ölüye (undead) dönüşür ve laneti başlar. Kontun geçmişiyle, Mina'nın kalbinin derinliklerinde saklı tutkular birleşir ve Take Me Away From All This Death sahnesinde finale ulaşır. Bu ikilinin kanlı ve romantik ilişkisi dışında, vampiri bol bol farklı şekillerde görürüz. İlk defa kurt adam ya da yarasa adam şeklindedir. Gary Oldman'ın Balkan şivesiyle zenginleştirdiği vampiri, fondaki ses efektlerinin üstüne boğuk konuşmasıyla daha da ürperticidir. Filmde tek hoşuma gitmeyen Hopkins'in canlandırdığı Van Helsing'in kitaba (ve diğer varyantlara) hiç uymayan kaba saba halidir. Daha çok okültizmle uğraşan bir çingeneye benzer ki, kitabın asıl dokusunda böyle bir şey yoktur. Yine de orjinaline en yakın bu filmi de izlemenizi öneririm.
Vampir filmlerinin Nosferatu ve Dracula grubu altında yer alan daha başka versiyonları da var. Bu filmlerin çoğunu Youtube'dan bile izleyebilirsiniz. Beğeninizine göre onları da bu listeye katabilir, hatta yukarıdakilerden bazılarını çıkartabilirsiniz. Ama siz siz olun pencerenize sarımsak asmayı unutmayın.
Gelecek bölümde modern vampir filmlerine bakacağız.
Sevgiler
(*) => Nosferatu filmlerine bir diğer ilginç örnek Shadow of the Vampire olabilir. Bu filmde, Nosferatu-1922'nin çekimi sırasında Kont Dracula'yı oynayan aktörün gerçekten vampir olduğuna dayanıp, film setinde yaşananlar anlatılır. Her ne kadar başarılı bir film olmasa da Kont Orlok rolünde Willem Dafoe ve yönetmen Murnau rolünde John Malkovich izlemeye değerdir.
Comments