Merhaba
İlkokul yıllarımda annem bana bol bol kitap alırdı. Türk ve yabancı yazarlar, klasikleşmiş öyküler ya da masallar hayal dünyamı doldurur, hayatımı zenginleştirirdi. Bunların arasında ikisi benim için çok değerliydi; Samad Behrangi ve Jules Verne. İlkini şimdilik park ediyorum. (*) Jules Verne’in en sevdiğim hikayeleri 15 Yaşında Bir Kaptan” ve “Denizler Altında 20 bin Fersah’tı.
Gelelim günümüze. Son dönemde ingilizcemi yetersiz görmeye başladım. İş hayatımda, kendimi daha iyi bir şekilde anlatmak, 'native speaker'larla aramdaki sınırı kaldırıp kendimi ifade ederken, bunun gerginliğini yaşamama gerek kalmayacak bir seviyeye çıkmalıydım. Bunun için ingilizce okumam, hem de çok okumam gerektiğinin farkındaydım. Fakat sevdiğim 19 yüzyıl klasikleri bunun için doğru kaynak olmayacaktı. Eserin kendisini zar zor anlarken, dil bilgimin gelişmesini bekleyemezdim. Ben de okumayı çok sevip edebi diliyle beni zorlamayacak bir yazar seçmek istedim. Böylece, çocukluğumun kahramanı Jules Verne evimize geri döndü.
Eşim bu noktada (galiba her noktada olduğu gibi) yardımıma koştu. Elimizde atıl duran, hastalığım dönemimde hediye gelen ama neredeyse hiç kullanmadığımız bir Kindle vardı. Buna Amazon üstünden bütün Jules Verne kitaplarını indirdi. Bu e-kitap okuyucunun sözlük barındırması, hafifliği, ekranın neredeyse kağıt kadar parlayıp göz yormaması ve pilinin çok uzun süre gitmesi, benim o güne kadar farkında olmadığım avantajlarıydı. Bu destekle beraber, Jules Verne'nin eserlerinin hepsini altında topladığı Voyages Extraordinaires serisine başladım.
Bu yazı dizisinde, size bu seriden okuduğum kitaplar hakkında genel bilgi verip, bana hoş gelen kısımlarını aktaracağım. Seriyi daha bitirmediğim için yazı dizisi muhtemelen bir kaç yıl içinde ancak tamamlanacak. Elimden geldiğince çabuk okuyup, üçerli gruplar halinde yazmaya devam edeceğim.
Öncelikle Jules Verne hakkında belirtmek istediğim bazı şeyler var;
Kendisi, dünya edebiyat tarihinde eserleri en çok farklı dile çevrilen yazarlar arasında ilk üçe girmiştir. (Birinci Agatha Christie, ikinci William Shakespeare olmak üzere)
Ayrıca, bilim kurgu edebiyatında da ilk üç içinde anılır. (H.G.Wells ve Mary Shelley diğerleri olmak üzere)
Edebi dili kuvvetli değildir. (Okudukça ben de buna katılıyorum) Dönemindeki diğer yazarlardan bu konuda çok eleştiri almıştır, ki bu yazarlardan birisi Emile Zola’dır. Fakat, buna rağmen yazdığı konu hakkında yaptığı derinlemesine araştırma (özellikle konuyla ilgili tarihçe) ve teknik birikimi sayesinde, bugün bile kabul görmektedir. Şimdi eserlerine sıradan bakmaya başlayalım.
Jules Verne'nin yayınladığı ilk kitabıdır. O dönemde tam olarak keşfedilmemiş ve haritalandırılmamış Afrika'nın, doğusunda batısına, aşağı yukarı ortasından balonla geçişin öyküsüdür. Kitapta gerçeğe uygun tahminlerin en önemlisi Nil'in kaynağıdır. Gerçeğe uymayan ise, Jules Verne'nin Orta Afrika'daki keşfedilmemiş bölgede düşündüğü büyük çöldür, ki kitabın kahramanları burada çok zorluk çekerler. Aslında bu bölge, şimdilerde safari turlarının yapıldığı büyük savandır.
Kitaptan alıntım; Gezginlerimiz, akşam molaları için yere inmez, belli bir yükseklikte asılı kalıp ağaçlara demir atarlar. Çeşitli vahşi hayvanlar ve kabilelerin kendilerine ulaşmamaları için bunu yapmaktadırlar. Ayrıca gece rüzgarlarının balonu sürüklememesi için de bu gereklidir. Tropik bölgedeki bir gecelerinde hiç rüzgar yoktur ve dolunay gökyüzünde yükselmektedir. Ağaçlara demirlemek yerine yüz metre kadar yükselip, gökyüzünde asılı kalırlar. Dolunayın aydınlattığı tropik orman ve küçük göller ışıl ışıldır. Aşağıdan çeşit çeşit hayvan, kuş ve böcek sesi gelmektedir. Bu seslerin altında, tertemiz bir havada, huzur içinde uykuya dalarlar. İşte bu olay, kitapta beni en çok etkileyen sahneydi.
İkinci kitabında Verne, kahramanlarını Kuzey Kutbu keşfine gönderir. O dönemde yapılan keşif yolculukları, kuzeyin aşırı koşullarına karşı teknik açıdan yetersiz kalmıştı. O da, hayal gücüyle dönemin ulaşabildiği teknik bilgiyi birleştirip, en büyük kahramanlarından birisi olan Kaptan Hatteras'ı kuzeye yollar.
Kitaptan alıntım; Kitabın sonunda maceracılarımızdan geriye kalan küçük ekip, kendi elleriyle yaptıkları küçük tekneleriyle, bilinmeyen kuzey denizine açılırlar. Kutupa doğru ilerlerken onları büyük bir fırtına karşılar. Vazgeçmeyip yollarına devam eder ve türlü tehlikeden kurtulup fırtınanın gözüne girerler. Bir anda rüzgar kesilir, deniz dinginleşir. Gece karanlığında tek bir şey vardır önlerinde; denizin ortasında bir volkan. Hala aktif olan yanardağın tam kutbun üzerinde durduğunu fark edip, ona çıkmaya karar verirler. Büyük bir öfkeyle püsküren volkanın yaydığı kırmızı ışık, karanlığın içinde fenerleri olur ve hakikatiyle ıssızlığın ortasına doğru yola çıkarlar. Öyle bir yer düşünün ki, ne rüzgar, ne dalga var. Donmuş bir havada büyülenmişcesine baktığınız bir ateşten kubbe...
Sadece engin patlamaların sesi vardır, başka hiçbir şeyin olmadığı bu hiçliğin içinde, yolculukları volkanın denizden yükseldiği yerde sona erer. Teknelerini sağlama alıp adaya çıkar ve bu muazzam keşifi tamamlarlar.
Jules Verne'nin, kuzey kutbuna böylesine görkemli bir şeyi koymasından, hem estetik hem de kurgusal açıdan çok etkilendim.
Verne, bu kitapla limitleri zorlamaya başlar. Kahramanlarımız, dünyanın merkezine gittiğini iddia eden bir macercının şifreli bir mesajını bulurlar. İzlanda'daki sönmüş bir volkanın bacası bunun girişidir. Bacadan aşağıya sallanıp, bitmek bilmeyen tünellerden yürürler ve kitabın göz bebeği, yer altı denizine ulaşırlar. Burada yüzeydeki akrabalarına göre daha büyük, ilkel ve ve güneşsiz (devasa mağara tavanında oluşan bulutlarda meydana gelen elektro statik dalgalanmanın sonucu olan) aydınlama ile farklılaşmış varlıklarla karşılaşırlar. Seyahatleri Stromboli'den püskürtülerek sona erer.
Kitaptan alıntım; Maceracılarımız, İzlanda'daki volkandan girişi yaptıktan sonra, yollarını bulabilmek için labirent şeklindeki tünellerde bir oraya, bir buraya giderken içecek sularını bitirir. Artık amaç ilerlemekten öte önce su bulmaktır ama görünürde bir kaynak yoktur. Umutsuzca, bitmek bilmeyen tünellerde ilerlerken, derinlerden gelen suyun akış sesini duymaya başlarlar. Bunu takip edip, mağaranın bir yerinde açığa çıkacağı umuduyla ilerler ama nafile. Sonunda sesin en yoğun geldiği, yani suyun duvara en yakın geçtiği noktada çekiçleriyle bir delik açarlar. Buradan fışkıran suyu başında içemezler çünkü çok sıcaktır. Yüzeyin yüzlerce metre altındadırlar ve ulaştıkları bir termal nehirdir. Onlar da suyu akışına bırakıp takip ederler. Soğumaya başladığı yerde içmeye başlayıp, mataralarını doldururlar. Sonra açtıkları deliği kapatmak isterler, ama yüksek basınçlı fışkırma buna engel olur. Daha fazla uğraşmayıp, deliği açık bırakırlar. İki sebepleri vardır; hem aşağıya doğru yolu gösterecektir, hem de yanlarında sürekli taze su olacaktır. Bu pınarın adını İzlandalı kılavuz ve yardımcıları Hans Bjelke'yi onurlandırmak için Hansbach koyarlar.
Fikrin mantıklı olması, sadeliği ve sevimli bir yoldaş hissi vermesi çok hoşuma gitti.
Kitabın sonunda, aktif yanardağ Stromboli bacasında, derma çatma sallarıyla karga tulumba yükselirken Axel'in (lider Prof. Otto Lidenbrock'un yeğeni) amcasına söylediği aşağıdaki cümleyi paylaşmadan edemiyorum; (**)
If we are neither drowned, nor shattered to pieces, nor starved to death, there is still the chance that we may be burned alive and reduced to ashes.
Üç kitapta da, beni çok etkileyen bir şey vardı. Lider ve cesur ana karakterler, diğerleri umutsuzluğa düştüğünde, ya da ekibi motivasyonla yüklemek istediklerinde söyledikleri bir şey; "FORWARD!"
Bu, Verne'den okuduğum her kitapta geçen anahtar bir kelimeydi. Ben de naçizane bunu kendi mottom haline getirdim. Hava mı soğuk, deniz çok mu dalgalı, ne fark eder; "FORWARD!"
Proje mi yetişmiyor, işler sarpa sarabilir mi, en fazla ne olabilir; "FORWARD!"
Şimdilik burada kesiyorum. Kitaplarını okumaya devam edip, söz verdiğim gibi biriktikçe paylaşmaya devam edeceğim.
Sevgiler
(*) => Kızımıza Samad Behrangi serisini aldık. Bu büyük adamın güzel öykülerini okusun istedik. Kitapları tekrar, ben de okuyacağım. Belki çocukluğumu hatırlar, Ulduz, Karabalık yada Şeftali Ağacı ile ilgili de bir şeyler yazarım.
(**) => İngilizce versiyonuyla hava yapmıyor, yetersiz bilgimle çevirmeye cüret edemiyorum.
Comments